Dünya basınında ilk kez
Hürriyet objektifi Dağlık Karabağ’da
İŞTE KAFKASYA’NIN BEYRUT’U
Hürriyet Sayfa-1-25 Eylül 1991 Çarşamba
Dünyanın sağır olduğu çığlığı duyduk, kör olduğu dehşeti gördük
- Muammer Elveren, Dağlık Karabağ’ in geçit vermez, Küçük Kafkaslar denilen en ücra köşelerindeki köylere gitti… Ermeni çetelerinin saldırdığı Azeri köyü İmaret Kervent’e, panzerle tam 7 saat 40 dakikada ulaştı…
- Azeri Türkleri ağlıyordu… Azeri Türkleri yardım istiyordu… 88 yasındaki Zeynep Aliyeva’nın birkaç gün önce öldürüldüğü köyde, evlerin hemen hepsi yakılmış, yıkılmıştı. İnsanlar çaresizlik içinde anlaşma bekliyordu…
- Dağlık Karabağ’da, 120 bin Ermeni terör çeteleriyle 58 bin Azeri’ye dehşet yaşatıyor, ölüm kusuyordu. Kafkasya’nın Beyrut’undan dünya habersizdi. İşte size dünyaya kapalı Dağlık Karabağ’dan kara tablolar…
. . .
Fotoğraf altları
ŞUŞA’NIN TEK OTELİ
Muammer Elveren. Dağlık Karabağ’ın Azeriler elindeki Şuşa’daki tek oteli ’Karabağ’ın önünde
GİRİŞ- ÇIKIŞLARDA SOVYET BARİKATLARI
Ermeni çetelerin saldırıları nedeniyle Sovyet ordusundan her bölgeye ayrı bir birlik gönderilmiş. Her biri yaklaşık üç yüz askerle donatılan bu birlikler, bulundukları bölgenin şehir ve köylerinden sorumlu. En küçük yerleşim bölgesinin girişine bile barikatlar kuran Sovyet ordusuna ait bu askerler Azeri Türkleri ile Ermeniler arasında bir “Tampon” oluşturuyorlar. Fotoğraf, Dağlık Karabağ’ın başkenti Stepanakert’in eski adıyla “Han” Kenti’nin girişindeki Kızıl Ordu barikatlarını görüntülüyor
ZULÜM GÖZYAŞLARI
Arkadaşımızın gittiği İmaret Kervent köyünde Ermeni çeteciler beş evi tamamen yakmıştı. Evsiz kalan Azeri kadınının yürek parçalayan feryatları yapılan zulmü dünyaya haykırıyor gibiydi.
. . .25 Eylül 1991
YAKILAN TÜRK KÖYÜ
Ermeni çetecilerin saldırdığı Dağlık Karabağ’ın en ücra köşelelerinden biri olan İmaret Kervent köyünde köylülüler arkadaşımız Muammer Elveren’e patlamamış bir roketi gösterdiler. Azeri köylüler her gece evlerine ateş açıldığı ve Ermeni çetecilerin kendilerini köyden kaçırmak istediklerini söylediler.
* * *
Yıllar önceki Ermeni mezalimi, şu sıralar hemen kuzeyimizdeki komşumuzda tekrarlanıyor. Türk köylerini basan ve roketatarlarla yakan Ermeni çeteciler, yaşlı çocuk bakmaksızın cinayetlerini sürdürüyorlar. Ermeni çetecilerin yakıp yıktıkları İmaret Kervent Köyü’ne giren Hürriyet muhabiri, “Onlara ne yaptık? Her şeyimizi, anamızı bile yaktılar” diye dövünen insanlarla karşılaştı. 85 yaşındaki Zeynep Aliyeva, evdeki eşyalarıyla kül olmuştu.
. . .
85 Yaşındaki Zeynep Aliyeva Ana’yı eviyle birlikte yaktılar
Dağlık Karabağ’ın geçit vermez Küçük Kafkaslar denilen en ücra köşelerindeki köylere gittim. Ermeni çetelerinin saldırdığı etrafı dağlarla çevrili en uçtaki Azeri köyü İmaret Kervent köyüne panzerle tam yedi saat kırk dakikada kadar ulaşabildik. Azeri Türkleri ağlıyordu. Azeri Türkleri yardım istiyordu. Evlerin hemen hepsi yakılmış, yıkılmış insanlar çaresizlik içinde bekleşiyordu. Orada dünyanın sağır olduğu çığlığı duydum, kör olduğu dehşeti gördüm. Kafkasya’nın kanayan bu bölgesinden dünya habersizdi.
Ermeni çetecileri, köydeki beş evi Bomba ve Roket atar ateşine tutmuş, evlerin birinden dışarı çıkamayan 85 yaşındaki Zeynep Aliyeva, evdeki eşyalarla birlikle kömür olmuştu. Sovyet askerleri, saatlerce süren saldırıya karışmamış, sadece havaya uyarı ateşinde bulunmuştu. Roketatarlarla yerle bir olmuş bir evin önündeki Azeri kadın, evinin önünde ağlıyor ve “hiçbir şeyim kalmadı, ben onlara ne yaptım… Mahvoldum… Mahvoldum” diye haykırıyor ve bana dönüp ağlarken şöyle konuşuyordu.
BİZİ YANDIRIPLAR
“Sizi çiçeklerle karşılamak isterdik ama gözyaşlarıyla karşılıyoruz, evlerimizi yandırıplar (yakıyorlar)… Ermeniler Anamızı yandırıplar Uşaklarımızı kırarlar (çocuklarımızı öldürüyorlar)… Her türlü silahla silahlanıplar, bizim ne silahımız var ne bir şey… Biz onlara gülle atmırık (kurşun sıkmıyoruz) Onlar bizi kırıplar… Hayış eylerik (Rica ediyoruz) bütün dünya halkları bize kömek eylesin (yardım etsin)… Bütün milletlere hayış eyleriz, bize yardım ellerini uzatsınlar… Birleşmiş Milletler’den hayiş eyleriz, bize yardımı esirgemesinler. Buradaki cemaatin adına Birleşmiş Milletlere müracaat eyleyin, bize kömek eylesinler. Biz çetin vaziyette kalmışık… Her gün üzerimize ateş açıp evlerimizi yandırıplar… Gidip bakabilersiniz … Şekil (fotoğraf) çekebilersiniz… Koy dünya halkları bilsin bizim çektiğimizi. Koy, gözyaşlarımızı görsünler.
TÜRKİYE YARDIM ETSİN
Bir başka evin önünde yaşlı bir adam gözleri kan çanağına dönmüş bana şunları söylüyordu “Bütün Dağlık Karabağda yaşayan Azerbaycanlı Türkler adına Türkiye prezidentine (cumhurbaşkanına) bize yardım eylesin. Burda bizi Ermeniler kırırlar, Ermenilere bir taraftan Amerika bir taraftan Fransa (kömek eyliyor) yardım ediyor ancak buraya bize hiç kimse yardım (etmir) etmiyor. Bizim Türkiyemiz var, Türkiye prezidentinden (Cumhurbaşkanından), hepimiz adına hayiş eyleriz bize kömek eylesin… Ermeni çetecilere Erivan’dan silah geliyor, Rus askerlerini rehine alıp silahlarına el koyuplar, silah depolarını basıp silahları alırlar, bizimse kimsemiz yok silahsızız.
Ellerim titreye titreye, her şeyini yitirmiş bu insanların çığlıkları arasında görevim icabı bir taraftan fotoğraf çekmeye, bir taraftan da teyple seslerini kaydetmeye çalışıyordum. Adam gözyaşlarını siliyor ve şöyle devam ediyordu:
“Dün gece yediye on beş dakika işlemiş (18. 15’te) Ermeni kenti Çapar’dan bizim İmaret Kervent Köyü’ne muassır (modem) silahlarla intensif (yoğun) ateş açıldı. Ateş çok güçlü olup gece saat beşin yarısına (Dörtbuçuğa) kadar sürdü… Evlerimize roketlerle, bombalarla ve otomatik silahlarla saldırdılar… Köyde beş tane ev tamamen yandı, bir evde de 85 yaşındaki Aliyeva Zeynep kızı evden çıkabilmemiş ve canlı şekilde çığlıklar atarak yandı. Bunların dışında dört ev de yarı şekilde yanarken köylüler tarafından söndürüldü. Harbiciler (askerler) de sonra onlara ateş açtılar ancak onlar ateş etmeye devam ettiler. Onların ellerindeki silahlar, harbicilerin ellerindeki silahlardan daha güçlüdür. Hep öyle baskınlar yaparak evlerimizi yandırıplar. Bizi yalnız bırakmayın. Bizim ordumuzda yoktur bizi koruyacak, bizi ancak dışardan kömek kurtarabilir.
Bize ateş açanlardan biri şu otuz kırk metre ilerdeki evdedir, adı Hanut’tur. Cevan (genç) oğlandır, Avtomatla (otomatik tüfek) attılar, mitralyotla (mitralyöz) attılar… Roket atlılar. Önce bir roket attılar sonra bağırdılar eğer çıkmazsanız hepinizi yakacağik dediler… Biz de kaçıp çıktık, sonra gelip evi yandırdılar. Biz içerde oturmuş çörek (yemek) yiyorduk. ilk roketi attılar. Onlarla biz hepimiz anadan olanda beraber büyümüşük. Onlarla dostluğumuz sonra bozuluptur. Evvelden soruşurduk da onunla sizin tarafa hayvan geldi mi gelmedi mi diye, indi (şimdi) de bize ateş açıyorlar”
DÜNYA SESSİZ…
Evet… Dağlık Karabağ’da dünyanın haberi olmadığı bir iç savaş sürüyor. Ermeni çetecilerinin terör havası estirdiği Azeri Türk köyleri tam bir panik içinde. Gün geçmiyor ki bir saldırı, bir ölüm, bir yaralama olayı olmasın. Evleri yakılan, kurşunlanan çaresiz insanlar, dünyaya seslerini duyuramamaktan yakınıyorlar.
. . .
Ermeniler söz verdikleri gece saldırdı
ALİYEV (ELÇİBEY) KUŞKULU
Azerbaycan Halk Cephesi lideri Ebulfez Aliyev imzalanan ‘ateşkes protokolü’ konusunda son derece kuşkulu. Aliyev bunu ‘tehlikeli bir oyun’ diye niteledi. Azerbaycan’da hemen her gün düzenlenen mitinglerde konuşan Halk Cephesi Lideri Ebulfez Aliyev (Elçibey) in bu kuşkusu Ermeni saldırılarının sürmesiyle haklılık kazanıyor.
-Azeri ve Ermeniler arasında varılan “derhal ateşkes” ilkesine dayalı anlaşmaya rağmen Ermeni militanlar iki Azeri köyünü ateş yağmuru altında tutuyorlar.
-Anlaşmaya kuşkulu bakan Azerbaycan Halk Cephesi Lideri Ebulfez Aliyev, Todan ve İmaret Kervent köylerinin önceki gece silahlı saldırıya uğradığını bildirdi.
Azerbaycan ve Ermenistan‘ı iç savaşa sürükleyen Karabağ sorununda önceki gece tarafların ilke anlaşmasına varmasından hemen sonra Ermeni militanlar iki Azeri köyüne silahlı saldırı düzenledi. Hürriyet Muhabiri Muammer Elveren’ in son saldırı öncesinde gittiği Todan ve İmaret Kervent köyleri Ermeni militanların yoğun ateşi altında bulunuyor Bu arada, Ermenistan ve Azerbaycan’daki silahlı grupların “derhal ateş kesmelerini” öngören protokol dün sabah imzalandı.
Azerbaycan Halk Cephesi Lideri Ebulfez Aliyev Rusya ve Kazakistan liderlerinin arabuluculuğuyla Rusya’nın Jeleznovodsk Kasabasında gerçekleşen uzlaşma görüşmelerinin barış getirmeyeceğini öne sürerek “Rusya Devlet Başkanı Boris Yeltsin ve Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev “Karabağdaki Azeri-Ermeni çatışmasına son vermek İçin değil, kendi otoritelerini artırmak İçin girişimlerde bulundular. Böyle bir uzlaşmayı benimseyen Lider Ayaz Muttalibov da Azerbaycan’a ihanet etti” dedi
Bu arada, görüşmelerin sürmesine rağmen Ermeni çeteleri Dağlık Karabağ’daki Azeri köylerine saldırdı Ermeni çetelerin Mardakert kasabasına bağlı Çapar ve İmaret köylerine düzenlediği saldırıda 6 Ermeni ile 1 Azeri hayatım kaybetti. Çatışmalarda bir çok kişinin de yaralandığı haber verildi
ATEŞKES PROTOKOLÜ
Rusya Devlet Başkanı Boris Yeltsin ve Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev’in arabuluculuk girişimi çerçevesinde düzenlenen Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki ilk görüşmeler sonucunda Dağlık Karabağ sorununun çözümü için ‘müzakere süreci’ resmen başlatıldı. Azerbaycan ile Ermenistan arasında Karabağ bunalımının aşılmasına ilişkin olarak hazırlanan protokol, dün sabaha karşı imzalandı.
Protokolün öngördüğü maddeler şöyle:
►Karabağ bölgesiyle Azerbaycan ve Ermenistan topraklarındaki silahlı grupların “derhal ateşkes* uygulamaları ve gelecek iki hafta içinde yalnızca yasadışı silahlı grupların değil, tüm İçişleri Bakanlığı ve ordu birliklerinin de çatışma bölgelerinden çekilmeleri.
►Ateşkesin öncelikle herkese can güvenliği sağlaması ve ancak bu koşulun yerine getirilmesinden sonra Dağlık Karabağ bölgesindeki “anayasal iktidar organları” yeniden işlerliğe kavuşabilecek. Dağlık Karabağ’ın anayasal iktidar organı olan Ermeniler’ in denetimindeki yerel parlamentosu 1989 yılı başından beri askıya alınmış bulunuyor. Ermenistan Parlamentosu Dağlık Karabağ’ın Ermeni toprağı olduğunu ilan eden kararını geri alırken Sovyet Yüksek Sovyet’i de bugüne dek Karabağ’a ilişkin olarak benimsediği kararlarını geçersiz ilan edecek.
►Her iki tarat da etlerindeki rehineleri aşamalı olarak iade edecek.
►Söz konusu protokol, tarafların görüşlerini belgeleyen bir “mutabakat zaptı’ uygulanması için taraflar komisyonlar oluşturacaklar.
TEPKİLER… TEPKİLER…
Ermenistan Devlet Başkanı Levon Ter Petrosyan, tarafların karşılıklı ödün vermeleri sonucu sağlanan uzlaşmayla imzalanan protokolün “çözüm değil, bu yolda atılmış bir ilk adım olduğunu” bildirdi. Boris Yetisin de imza töreninden sonra düzenlediği basın toplantısında, Rusya ve Kazakistan hükümetlerinin protokolün uygulanmasını “gözlemci “olarak denetleyeceklerini bildirdi. Yeltsin, bu konuda en büyük tehlike olan yanlış bilgilendirme mekanizmasının işlemesini önlemek için özel bir enformasyon grubu oluşturacaklarını bildirdi.
. . .
Dağlık Karabağ, Ankara’nın gündeminde
Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev bugün Anka- raya geliyor Dağlık Karabağ sorununun çözümü için Azerbaycan ve Ermenistan arasında arabuluculuk yapan Nazarbayev’in Ankara ziyareti bu açıdan büyük önem taşıyor.
Ankara’nın gündemi, önümüzdeki birkaç gün için Dağlık Karabağ sorununa kayıyor. Dağlık Karabağ sorunu konusunda Azerbaycan re Ermenistan arasında arabuluculuk yapan Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın daveti üzerine bugün Ankara ya geliyor.
Sovyetler Barlığı ve Kafkasya’daki gelişmeler konusunda Türkiye’nin birinci elden bilgi almaşını sağlayacak bu ziyaret Ermenilerle Azeriler arasında bir müzakere sürecinin başlatıldığı günlere denk gelmesi bakımından da özel bir önem taşıyor. Türkiye’ye 29 Eylül tarihine kadar resmi bir ziyaret yapacak olan Nazarbayev’in ziyareti Cumhurbaşkanı Özal’ın Sovyetler Birliği gezisi sırasında kararlaştırılmıştı.
Kazakistan’ın başkenti Alma Ata’da 15 Mart günü bir araya gelen iki cumhurbaşkanı, bir sonraki görüşmelerini Ankara’da yapmayı öngörmüşler ve bu çerçevede Özal Nazarbayev’i Türkiye’ye davet etmişti.
Dışişleri Bakanlığından yapılan açıklamada, heyetler arasındaki görüşmelerde iki ülke arasındaki dostluk ve işbirliği ilişkilerinin karşılıklı yarar ilkesi çerçevesinde daha da geliştirilmesi imkânları üzerinde durulacağı bildirildi. Açıklamada ayrıca. “Bölgesel ve uluslararası konularda da bilgi ve görüş alışverişinde bulunulacak” denildi.
Fotoğraf altı
SOVYET ASKERLERİ ACİZ
Sovyet askerlerinin Azeri ve Ermeni çatışmasını önlemek amacıyla iki halk arasında tampon bölge oluşturduğu Dağlık’da her yere kontrol noktaları yerleştirilmiş. Ancak askerler olayları önlemek yerine her şey bittikten sonra müdahale etmeyi uygun buluyor. Ermeni çeteciler, saldırıya uğrayan Azeri köylerini keşfe gelen askeri ve adli heyetlere bile ateş ediyor. Bu yüzden heyetler çalışırken askerler dürbünle etrafı kontrol ediyorlar.
Üç yılda 800 ölü binlerce yaralı ve evsiz
Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ bölgesinde Ermeniler çoğunlukta Azeriler ise azınlıkta yaklaşık 58 bin Azeri’ye karşılık 120 bin Ermeni yaşıyor. Bu bölgede Ermenistan Cumhuriyeti, bölgedeki Ermeniler ‘in çoğunlukta olmasını gerekçe göstererek Karabağ üzerinde hak iddia ediyor ve bölgedeki Ermeni militanları gizlice silahlandırıyordu. Amaç, bölgeyi topraklarına katıp Birleşik Ermenistan Cumhuriyetini kurmaktı. Üç yılı aşkın bir süre önce 20 Şubat 1988 de Azeri Türklerinin katılmadığı Yüksek Sovyet toplantısında Karabağ’ın Ermenistan’a ilhak kararı paylaşılamayan bölgedeki gerginliği doruk noktasına çıkardı. Önceleri gösteriler, grevlerle patlak veren olaylar zamanla kıyasıya şiddeti getirdi. Ermeniler olayı oldubitti ’ye getirmek istiyorlar. Batılı haber ajansları aracılığı ve desteğiyle de dünyaya seslerini duyuruyorlardı. Ancak Azeri Türkleri “Ölürüz de bir karış toprak vermeyiz” diyerek var güçleriyle direndiler. Sonuç, üç yıldan bu yana süregelen amansız çatışmalarda en az 800 ölü, binlerce yaralı ve evsiz.
. . .
26 Eylül 1991 Perşembe
Dağlık Karabağ’daki dehşete, dünya seyirci kalmaya devam ediyor
Silahlar Erivan’dan…
Muammer ELVEREN / KARABAĞ -Hürriyet
Ermeni çetecilerde yakalanan silahların çoğunluğu dış kökenli, bunların da büyük bolümü Ermenistan’dan geliyor. Deprem yardımı diye Ermenistan’a Fransa’dan, Beyrut ve ABD’den getirilen silahlar çeşitli yollardan sokulmuş. Dağlık Karabağ bölgesinde, siyasi polis, savcı, adil tıp ve KGB’den oluşan “Sorgu Komitesİ“nin Başkanı Aydın Azimov (sağda) arkadaşımız Muammer Elverenle.
* * *
Ermeni çetecilerin kullandıkları silahların büyük bölümü Sovyet ordusunun kullandığı silahlardan oluşuyor. Çeteciler, bu silahları rehin aldıkları askerlerden yüklü rüşvetler vererek satın alıyor ya da bazı Rus subaylardan ve baskınlar sonucu askeri cephanelerden ele geçiriyorlar. Bunun yanında, bölgedeki Sovyet komutanlarının yaptıkları açıklamalara göre çeteciler Fransız, Amerikan, Alman ve el yapımı silahlar kullanıyor.
Ermeni çetecilerde yakalanan silahların toplandığı merkezin sorumlusu ve savcı siyasi polis, adli tıp ve KGB’den oluşan ‘Sorgu Grubu’nun karargâh Başkanı Aydın Azimov, şunları söylüyor “Ermeni çetecilerinin Azeri köylerine yaptıkları vahşi baskınlarda yakalanan silahların büyük bolümü, dış kökenli silahlardır. Bunlar, Ermenistan’da deprem olduğu vakit Erivan’a Fransa, Beyrut ve Amerika’dan getirilmişti. Dağlık Karabağ’a da çeşitli yollardan sokuluyor. Geçenlerde kazara düşen erzak yüklü helikopterde erzak sandıklarının içinde silah bulmuştuk. Silahı buraya sokmak için her yolu kullanıyorlar. Kontrolü ellerinde bulunduran Sovyet komutanlardan bazılarıyla anlaşıp ele geçirdikleri de oluyor”
FAİLLERİ BİLİYORUZ
Aydın Azimov, cinayetleri işleyenlerin tanındığını, ama bölgede görev yapan Sovyet komutanların koruması altında oldukları için bir şey yapılamadığını belirterek, şu ilginç açıklamayı yapıyor “Sovyet subayları da, biz de biliyoruz… Bu cinayetleri işleyenlerin hepsi tanınıyor.
Lâkin Dağlık Karabağ’ın sorumlu komutanları Jukov ve Starikov gibi generaller burada oldukça, bunların yakalanması çok zor; zira bu komutanlar onlara imkânlar sağlıyor ve yeri geldiğinde yardım da ediyorlar. Bu cinayetleri işleyenler 200 kişiyi geçmez. Bunların hepsi malum kişilerdir. Bunları Erivan da biliyor, Moskova da biliyor.”
PROBLEM NEREDE?
Azimov, sözlerine şöyle devam ediyor “Bakın, bütün problem Sovyet askerlerinin evleri arayıp silahlan yakalamamasındadır. Bunu hepsi biliyorlar. Kimde silah var, kim cinayet işler? Ancak nedendir bilmem, buna karşı bir tedbir almıyorlar. Bakın size gösterdiğim silahlar, askerlerin üç gün içinde aldıkları emirle yaptıktarı aramalar sonucu yakalandı.
Ancak her altı ayda bir şikâyet çoğalınca, böyle bir arama yapıyorlar. Ermenilerin arasında çok iyi insanlar var, bunlar bu olaylara karşıdır, ama dışarıdan baskı var. Ben şahsen Stepanakert’e gidip onlarla görüşürüm… Onlar, biz Azerilerle bir yerde yaşamak istiyorlar. Ancak onlar da korkuyorlar”
SOVYET ASKERİNİ DE ÖLDÜRÜYORLAR
Sovyet komutanlarından Anatoly Nikolayeviç ise kan dökülmesini önlemek için bölgede bulunduklarını söylüyor. Nikolayeviç. Ermeni çetecilerin Sovyet askerlerine de ateş ettiklerini, zaman zaman öldürdüklerini vurgulayarak. “Yakaladığımız silahların yansına yakını Rus yapısıdır; diğerleri Ermenistan Cumhuriyetinde kaçak imal edilen silahlarla dış ülkelerden gelen silahlardır’ diyor. Sovyet Komutan, bir süre önce Ermeni çetecilerin 12 Sovyet askerini otomatik silah ve araçlarıyla birlikte rehin aldıklarını belirterek, şunları söylüyor “Bir hafta süren görüşmelerden sonra, askerlerimizi serbest bıraktılar Ancak silah ve araçtan iade etmediler. Ermeniler işte bu gibi yollardan da silahlanıyorlar”
ATEŞKESE RAĞMEN ÇATIŞMA: 3 ÖLÛ
Öte yandan, Karabağ’da ateşkese rağmen çatışmalar hala devam ediyor. Askeran ve Şuşa yörelerinde dün meydana gelen çatışmalarda 2 Ermeni ile bir Azeri’nin öldüğü 3 kişinin de yaralandığı bildirildi. Bu arada Ermenistan Başbakanı Vazgen Manukyan şahsına yöneltilen suçlamalar karşısında istifa ettiğini açıkladı. Manukyan istifasında Cumhuriyetin Parlamento Başkanı Levon Ter Petrosyan ile arasındaki siyasi çekişmenin de rol oynadığı kaydedildi.
Fotoğraf altı
RUSLAR ÇARESİZ
Komutan Anatoly Nikolayeviç arkadaşımız Muammer Elveren’e çaresizliğini anlatırken “Ermeni çeteciler, bizim askerlere de ateş edip öldürüyorlar” diyor.
* * *
HÜRRİYET’İN GAZETECİLİK OLAYI
BAŞLARKEN
KAFKASYA Balkanlar gibi (eşitli düşman etnik toplulukların bulunduğu, bizim de tarihi ve kültürel bağlarla bağlı okluğumuz, dünyanın karışık yörelerinden biri Daha önce Lübnan’da kısa bir süre önce Yugoslavya’da olan bitenler, bugün dünya kamuoyundan uzakta Kafkasya’da yaşanıyor. Kafkasya ile ilgili haberler. Batı iletişim organlarıyla yanlı olarak yansıtılıyor. Haber ajansları ya Gürcistan’da ya da Ermenistan’da olan bitenleri aktarıyorlar. Dağlık Karabağ bölgesindeki kanlı ve gizli iç savaş ise gözlerden uzak tutuluyor. Bu yazı dizimizde öncelikle Dağlık Karabağ da sürmekte olan gizli iç savaşı tüm ayrıntıları ile size yansıtacağız. Dünya basınının girmekten korktuğu bu bölgeyi size tanıtacağız. Ermeni ablukası altında kalmış Azeri köylerini, yakılan evleri, yanan, kurşunlanan, bombalanan insanları sergileyeceğiz. Her an bir roket, bir otomatik silah bir bomba gelecek diye dehşet Kinde yaşayan insanları anlatacağız. Sovyet ordusunun her adımda barikat kurduğu ve buna rağmen her gün ölümlerle sonuçlanan olaylar. Sovyet komutanlarının Dağlık Karabağ’la ilgili görüşlerini çaresiz ve silahsız insanların anlattıklarını, rehin alınıp fidye karşılığında bırakılan Azerilerin öykülerini bu yazı dizisinde bulacaksınız.
Bunlarla da yetinmeyeceğiz. Ermenistan ile İran arasında sıkışmış Türkiye’ye sadece 13 kilometrelik bir hududu olan Nahcivan Özerk Cumhuriyetini tanıtacağız. Nahcivan’ın Özel bir anlaşmayla Türkiye’yle ilişkisi olduğunu unutmayalım. Son günlerde Nahcivan’da yaşanan dramatik olayları Türk basınında ilk kez sizlere duyuracağız. Kafkasya’nın büyük Cumhuriyeti Azerbaycan’daki son durumu da sizlere sunacağız. Azerbaycan öteki Kafkas Cumhuriyetleri gibi patlamaya hazır bir bomba gibi. Her gün gösteriler birbirini izliyor. Türkiye de son günlerde buraya resmi bir nabız yoklama heyeti gönderdi. Onların temaslarını ve belli başlı Azeri parti liderlerinin görüşlerini de bu yazı dizimizde bulacaksınız.
BU HELİKOPTERLE GELDİM
Dağlık Karabağ’a karayoluyla gitmek neredeyse olanaksız, hele bir gazeteci için buraya girmek, geçen yıl Bakü’de yaşanan katliamdan sonra yabancılara yasak.
Ancak helikopter bir işe yarayabilir. Biz de bu yolu seçtik. Bunda Azeri dostlarımızın da yardımı oldu. En sonunda gerçekten dağlık olan Karabağ’ın bir dağına indik.
GİRİŞ ZOR OLDU… BENİ DAĞ BAŞINA BIRAKIP GİTTİLER…
Dağlık Karabağ olaylarının bu ölçüde olduğunu beklemiyordum. Azerbaycan’dan normal yollardan Dağlık Karabağ’a girmek olanaksızdı. Bu nedenle başka yöntemler denedim. Sonuçta Dağlık Karabağ’ın Azeri egemenliğindeki tek şehri olan Şuşa yakınlarına helikopterle bırakıldım.
‘Dağlık Karabağ’da rahat uyku bekleme’
Şuşa’da ilk gece sabaha karşı silah sesleriyle uyandım. Sonradan yakındaki bir Azeri köyüne Ermenilerin baskın yaptıklarını altı evi yaktıklarını ve bir yaşlı kadını öldürdüklerini öğrendim. Bana, “Buna alışacaksın. Dağlık Karabağ’da rahat uyku bekleme” dediler.
Fotoğraf altı
İŞTE, DAĞLIK KARABAĞ’IN LİDERİ
Dağlık Karabağ da yaşayan Azeri Türklerinin lideri Vakıf Caferov’u Moskova’dan tanıyordum. Bir Azeri kenti olan Şuşa da yaşıyor. Dağlık Karabağ’da bana çok yardımları oldu.
Dağlık Karabağ Azerileri lideri Vakıf Caferov, maalesef bu röportajı yaptıktan bir ay kadar sonra Ermeni çetecilerin Helikopterine açtığı ateş sonucu bazı Azeri yetkililerle birlikte yaşamını yitirdi.
* * *
KAYNAYAN KAFKASYA-1
DAĞLIK KARABAĞ tam bir savaş alanı gibi. Her şehrin ve köyün giriş çıkışlarını Sovyet askerleri tutmuş durumda. Şehirlere ve köylere giriş çıkışlar ancak ya otomatik silahlı bir Sovyet asker ve aracıyla, ya KGB veya milis kuvvetlerinden silahlı birisiyle gerçekleşebiliyor. Bölge tam bir abluka altında. Köylüler topladıkları mahsulü sadece ayın etnik gruptan kimselerin yaşadığı yollardan, yani Azeri ise Azeri köylerinin bulunduğu yollardan, Ermeni ise Ermeni yerleşim bölgelerinden geçirerek pazara ulaştırabiliyor.
Dağlık Karabağ’daki en büyük Azeri şehri Şuşa. Bu kentin yakınında çok küçük bir Ermeni köyü var. Bu bölgenin öteki önemli kentleri arasında, başkent Stepanakert başta geliyor. Buraya eskiden Han kenti deniliyordu. Öteki kentler ise Martuni, Askeran, Mardakert ve Hadrut. Saydığımız bu kentlerde Ermeniler çoğunlukta. Aslında Dağlık Karabağ’da eskiden Azeriler egemendi. Ancak gerek Stalin döneminde gerek daha sonraki dönemlerde izlenen sinsi politika ile Ermeniler kentlerde yoğunluğu ele geçirdiler. Gene de bu Ermeni kentlerinin çevresinde kırsal bölgelerde çok sayıda Azeri köyleri var, bu köyler devamlı ateş altındalar. Her an Ermeni çetelerinin saldırısıyla karşı karşıyalar.
RUS ASKERLERİ OLAYLARI ÖNLEYEMİYOR
Sovyet askerleri, Azeri Türkleri ile Ermeniler arasında etten bir duvar oluşturup, bir çeşit “Barış Gücü” gibi olayları önlemeye çalışıyorlar. Ama onların çabaları sonuçsuz kalıyor çoğu kez. Çünkü Ermeni militanlar kimi zaman Rus askerlerine de saldırıyor. Rus Ordusu’nun buradaki varlığı ölümleri, yaralamalar, saldırılar, ev yakma ve bombalama olaylarını engelleyemiyor. Bu konuda görüşlerini aldığımız Sovyet Ordusu komutanları “Bizden de ölenler oluyor. Moskova’dan emir almadan hareket edemiyoruz ancak uyan ateşi açabiliyoruz” diye olaylar karşısında elleri kolları bağlı kaldıklarını itiraf ediyorlar. Azeriler ise Rusların bu sözlerini kuşku ile karşılıyor. Ve çoğu zaman Rusların Ermenileri koruduğunu, olaylara göz yumduğunu öne sürüyor. Daha baştan bana Dağlık Karabağ’a girmenin çok zor olduğu anlatıldı. Her an bir yerden bir bomba ve bir kurşun gelebileceği özellikle vurgulandı. Azerbaycan’da ilişki kurduğum kişiler de aynı şeyleri söylediler. Normal yollarla bu bölgeye girmenin “Güvenlik nedeniyle” son derece güç ve sakıncalı olduğunu anlattılar. Sonuçta daha önce anlattığım gibi Kızılordu’ya ait bir helikopterle Dağlık Karbağ’a gittim. Şuşa’ya vardığımda kapıda Vakıf Caferov bir heyetle beni karşılarken dakikalarca sarılarak hasret giderdikten sonra içeri girdik. İlk sorusu ‘Nasıl geri döneceksin?’ olunca şaşırdığımı gördü ve ekledi ‘Bölgenin en küçük köyü bile Kızıl Ordu birliklerinin ablukası altında, giriş çıkışlar sıkı kontroller yapılıyor çünkü her yerde çatışmalar sürüyor. Bende onun yardımlarıyla hemen işe koyulmam gerektiğini belirterek tehlikeli bile olsa bu hayati röportajı yapmam gerektiğini belirterek kolları sıvadığımı söyledim…
Böylece günlerce kafamda planladığım Dağlık Karabağ gezisine ilk adımımı atmıştım. Ama bilmediğim bir şey vardı. Hesaba katmadığım bir şey. Anlatılanlar doğruydu burada bir iç savaş cereyan ediyordu, işte artık bu iç savaşla yüz yüzeydim. Çobanlar bana yemek yememi, bir duble votka içmemi teklif eltiler. Ama benim bunu görecek halim yoktu. Onların resimlerini çekiyor, yanlarındaki çocuklardan birine ayarladığım kameramı uzatıp oraya ilk ayak basışımı belgelemeye çalışıyordum. Dağlık Karabağ’da beni sürprizler bekliyordu. Buranın arada sırada bir iki kişinin öldürüldüğü, birkaç kişinin yaralandığı bir yer olmadığını daha sonra öğrenecektim. İşte asıl iş ondan sonra başlıyordu. Şuşa’ya bana gönderilen bir araçla indim. Herkes normal yaşamını sürdürüyordu. İçimden “Allah Allah herkes işinde gücünde herhangi bir anormallik yok. Neden bu bölgeye giriş çıkış bu kadar kontrol altında diye geçirdim. Gerçekten de orada kayda değer bir şey görülmüyordu. Dağlık Karabağ’ın Şuşa Kenti lideri Vakıf Caferov’la Kremlin’de tanışmıştım. Onunla iki yıldır temas halindeydim. Ancak her “Dağlık Karabağ’a gelmek istiyorum” deyişimde “Yollar son derece tehlikeli ve zaten Sovyet Ordusunun kontrolü altında problem çıkabilir” diyordu.
SABAH SİLAH SESLERİ
Aslında 1990 Ocak ayında Kızıl Ordu’nun Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de yaptığı katliamdan sonra Cumhuriyet’te sıkıyönetim ilan edilmiş ve Dağlık Karabağ’a girmek yasaklanmıştı. Dağlık Karabağ lideriyle yaptığım kısa görüşmeden sonra hemen dışarı fırladım ve hem fotoğraf çekmeye hem de Türkiye’den oraya nasıl geldiğimi hayretler içinde öğrenen halkla görüşmeye başladım. Dağlık Karabağ’daki Azeri Türkleri benimle fotoğraf çektirmek, dertlerini anlatmak için birbiriyle yarışıyordu. Hepsinin ortak derdi “Seslerini dünyaya duyurmak ve yardımdı”
Karanlık çökmeye başlamıştı. Dağlık Karabağ’a gelmeden, hem Bakü’deki son olayları izlemiş, hem de Nahcivan’a girmiştim. Gecelerim iş planı yapmakla geçmişti. Dağlık Karabağ’daki ilk gecemin sakin olacağını düşünerek yattım. Ancak sabaha doğru saat dört sularında uzaktan gelen silah sesleriyle uyandım. Koridorda gürültü vardı. Ben de çıktım. Yanımdaki odadan çıkan Azeri Türküne ne olduğunu sordum. Şunları anlattı:
“Hiiiç, yine Ermeni militanlar bir yere ateş ettiler. Merak etme bu devamlı tekrarlanan bir olaydır. Bazen uzun namlulu silahlar veya roketatarlarla Şuşa Kenti’ne kadar ulaşabiliyorlar. Geçenlerde Şuşa’nm tarihi Cafer Güfher Ağa Camii karşı dağdan top ateşine tutuldu ve minaresi hasar gördü. Dağlık Karabağ’da huzurlu yatacağını düşünüyorsan hata edersin”.
Bu arada silah sesleri kesildi. Odama girip uyumaya çalıştım. Sabah olduğunda her yer güllük gülistanlıktı, insanlar işine, çocuklar okullarına gidiyorlardı. Ben de Dağlık Karabağ’ın diğer yerlerini görmek üzere dışarı çıktım. Yolda bir askeri araç konvoyuna rastladım. Oradan geçen bir Azeri Türkü’ne, “Bunlar nereye gidiyor?” diye sorduğumda, “Dün gece Ermeni teröristler bir Azeri köyüne saldırıp altı evi yakarak yerle bir etmişler. Evlerin birinde 85 yaşlarında Zeynep Aliyeva adlı bir kadın da yanıp kül olmuş. Saldırı altı saatten fazla sürmüş” dedi. Soruma devam etim, “Peki bu askerler nerede konaklıyor, yani birlikleri nerede?” deyince şöyle konuştu: “Ahaa şurada yukarda, hepsi oradalar ama bir işe yaradıktan yok. Burada olmuşlar da ne olmuş, gün geçmiyor ki ölüm, yaralama veya ev yakma olayı olmasın. Bir ara bu saldırılar durulmuştu, sonra yine başladı. Aslında biz Ermenilerle çok iyi anlaşıyor, iyi yaşıyorduk, bizler beraber her zorluğa karşı koyduk. Çocuklarımız beraber büyüdü. Ancak dışardan bunların kafalarına girdiler, dışardan silah ve militan gönderdiler. Onlar da önceleri korkudan sonraları ‘Dağlık Karabağ Ermenilere ait’ sözlerine inanarak bu militanlara yardım etmeye başladılar.”
Yukarı doğru yürüdüm. Şehrin çıkısına yaklaşıyordum. Askeri bir birliğin sabah jimnastiği yaptığını gördüm. Tanklar, panzerler, makineli tüfekli nöbetçiler gözüme çarptı. Aralarında siviller geziyordu. Birine Türkçe seslendim. Sana bakıp hemen yanıma geldi. Ben ağzımı açmadan, “Siz Türkiye’den çelen konaksınız değil mi?” diye sordu Konuk anlamına “konak” sözcüğünü kullanıyorlar. Şaşırmıştım. Şehirde benim geldiğimi duymayan kalmamış neredeyse. Dağlık Karabağ’a o kadar az yabancı geliyor ki herkes birbirine fısıltı gazetesiyle bunu iletiyor. Seslendiğim kişiye birliğin komutanının nerede olduğunu, onunla görüşmek istediğimi söyledim. “Gel benimle” diyerek beni komutanın odasına götürdü. Odada Şuşa Bölgesi Komutanı Albay İgor Vasiliç Şefçenko ile yardımcısı Yarbay Samarin İlyafilaseviç bulunuyordu. Beni götüren Azeri Türkü onlarla görüşmek islediğimi ve Türkiye’den geldiğimi söyledi, konuşmaya başladık.
DAĞLIK KARABAĞ’DA EMEL SAYIN
Dağlık Karabağ’ın Şusa Kentinde sokaklarda dolaştım ve Azeri Türkleriyle konuştum. Bu arada bazı yerlerde duvarlarda Emel Sayın’ın afişlerini gördüm. Burada. ünlülü ses sanatçımız çok seviliyor ve kasetleri kapışılıyor, elden ele dolaşıyor. Emel Sayın’ın sesi bu savaş ortamında halka moral veriyor.
ÇOBANLAR BENİ SARILIP ÖPTÜ
Dağlık Karabağ’da İlk karşılaştığım insanlar dağ başında oturan çobanlar oldu. Onlara Türkiye’den geldiğimi söyleyince hemen boynuma sarıldılar ve beni kucakladılar. Onların aracılığıyla Şuşa’daki tanıdıklarıma haber yolladım.
HER YERDE BARİKAT VAR
Rus birlikleri Dağlık Karabağ’da olayların çıkmasını önlemeye çalışıyorlar. Ama kendileri de saldırılardan korkuyor. Her şehrin ve köyün giriş çıkışına kurdukları barikatlarla sıkı bir kontrol ağı oluşturmuşlar. Ama çabalarının başarılı olduğu söylenemez.
YARIN: RUS KOMUTANLARIN ANLATTIKLARI
. . .
KAYNAYAN KAFKASYA-2
27 Eylül 1991 Cuma
Kafkasya’nın yüce dağları arasında panzerle dalaşabiliyoruz.
Rus komutan: ‘İki halk arasında kaldık’
Dağlık Karabağ’ da güvenliği sağlamaya çalışan Rus birliklerinin komutanları Ermeniler ile Azeriler arasında kaldıklarını, iki tarafın da kendilerini suçladıklarını söylüyor. Ermeni çetecilerin saldırılarında 27 Rus askeri de öldürülmüş. Saldırıya uğramış bir köye giderken bizden önce gönderilen panzer mayına çarptı ve bir Rus askeri öldü.
DAĞLIK Karabağ’ın Şuşa Kenti ve çevresinin bölge komutanları Albay İgor Vasiliç Şefçenko ve Yarbay Samarın ilyafilaseviç beni çok nazik bir biçimde karşılıyorlar ve yakın davranıyorlar. Sorularımı da içtenlikle yanıtlıyorlar. İlk sorum şu oluyor “Dün gece yine olaylar olmuş. Bunların ardı arkan kesilmiyor. Şimdiye kadar birçok Azeri vatandaşı yaşamını yitirdiği gibi sizin askerlerinizden de ölenler oluyor.
Yoksa burasının güvenliğini tam koruyamıyor musunuz? Bu görevi tehlikeli mi buluyorsunuz? ”
Şöyle yanıtlıyorlar bu sorularımı “Evet, maalesef dün yine bir köye Ermeni militanlar saldırmış ve evlerin yanmasına bir da yaşlı bir kadının bu evlerden birinde yanarak ölmesine neden olmuşlar. Dağlık Karabağ’da bu olayların son bulması için Rusya Federasyonu Devlet Başkam Boris Yeltsin buraya geliyor. Ben buradaki olayların son bulmasını bir tek çözümde görüyorum. Dağlık Karabağ Rusya Federasyonuna bağlanmalıdır. Böyle bir yola gidilirse olaylar hemen önlenir.”
Rus komutanların Dağlık Karabağ’ı Rusya Federasyonuna bağlama düşünceleri hemen ilgimi çekti ve şu soruyu yönelttim:
“Sayın komutan burası Azerbaycan Cumhuriyetine ait bir bölge. Buradan binlerce kilometre uzaklıktaki başka bir cumhuriyete nasıl bağlanır? Böyle şey olur mu?
BİZ TARAFSIZIZ
Albay Şefçenko bunun üzerine şöyle konuştu “Ben bölgenin tamamen Rusya Federasyonuna bağlanacağını kastetmedim. Ancak buradaki olayların önünü alabilmek İçin bence tek yol Dağlık Karabağ’ın Rusya Federasyonu topraklarına “Geçici’ olarak bağlanmasıyla sağlanabilir”
‘Peki, görüştüğümüz herkes buradaki Sovyet askerini bir önlem almamakla suçluyor. Asker bir şey yapmıyor. Ermeni militanların saldırılarını önleyemiyor diyorlar. Bu konuda ne dersiniz? Bu suçlamalar haklı mı değil mi?
“Burada bizim esas görevimiz iki milletin arasına girmek ve olayların çıkmasını önlemek. Yani biz tarafsız kalmak zorundayız. Ancak Ermeni çeteciler, dışardan hem silahla hem de parayla besleniyorlar. Ermeni çetecilerin şehirlere yaptıkları saldırılara karşılık veriyoruz. Örneğin geçenlerde Şuşa ile Stepanakert arasındaki Hocalı Hava limanına (Dağlık Karabağ içindeki tek havaalanı) roketatarlarla saldırdılar. Biz de bunlara hemen karşılık verdik ve saldırıyı püskürttük. Ancak burası geçit vermez dağlarla kaplı ve tam bir gerilla sistemi uyguluyorlar. Biz iki hak arasında kaldık. Bizi Azeriler de Ermeniler de suçluyorlar.’
AZERİLERDE SİLAH YOK
“Hiç Dağlık Karabağ’da yaşayan Azerilerde silah yakaladınız mı? Ermenilerde silah yakaladınız ise bunlar hangi tür silahlar, hangi ülkenin yapımı silahlar?”
“Ben burada görev yaptığım süre İçinde Azerilerde silah yakalandığına tanık olmadım. Dağlık Karabağ’daki Azeri halkında silah yok. Ancak polisle, KGB’de görevli memurlarda ve askerlerde var. Onlar da görevleri icabı silah taşıyorlar”
Peki, Ermenilerde Kalaşnikof’tan tutun roketatara, toplara ve tanklara kadar her türlü modern silahın bulunduğu söyleniyor. Bunun doğruluk derecesi nedir? Gerçekten böyle silahlar var mı? Bu tür silahlar elinize geçti mi? Elinize geçtiyse bu silahları nereden ve nasıl temin ediyorlar”
ERMENILERIN HER TÜRLÜ SİLAHI VAR
“Ermeni çetecilerde her türlü silah var. Ancak tank yok, Roketatarları var, topları var. Büyük çaplı silahları var. Bunların büyük bölümü yurt dışında imal edilen silahlardır. Sovyet silahları da var. Bunların komşu ülkelerden Sovyetlerin silah sattığı ülkelerden örneğin belki Afganistan’dan alıyor olabilirler. Maalesef kendini bilmez bezi Sovyet askerlerinden de silah aldıkları saptandı. Bazı silahları kendileri de İmal ediyorlar”
Peki, bölgede Sovyet askeri olarak kaç kişi var?
“Tüm Dağlık Karabağ’da ne kadar olduğunu söyleyemem. Şuşa Bölgesinde ise 300 asker bulunduruyoruz”
Sayın komutan bu yaptığınız işi nasıl değerlendiriyorsunuz? Askerleriniz yaptıkları işten memnun mu değil mi?
“Görev her yerde görevdir. Burada iki halk arasında kalıyoruz. Tabi ki böyle bir görevi seviyoruz desek yalan olur. Askerlerimizden de ölenler oluyor. Şimdiye kadar 27 askerimizi öldürdüler”
Bu askerleri öldürenler yakalandı mı?
“Maalesef çoğu yakalanamadı”
Ben bölge komutanı ve yardımcısı ile görüşürken bir Azeri Türk’ü nefes nefese içeri girdi ve Dağlık Karabağ’ın en ücra köşesindeki Azeri köyü İmaret Kervent’e Ermeni çetecilerin saldırdığını söyledi. Hemen atıldım ve sordum “Peki komutandan ne İstiyorsun? Asker müdahale etmemiş mi? dedim. Bana dönüp acele, acele “Yok… yok… Askerler hiçbir şey yapmıyor. Sadece saatlerce sonra gelip havaya uyarı ateşi açmışlar. Ben buraya komutandan zırhlı bir araç ve koruma istemeye geldim. Bu araçla silahlı asker de vermeleri lazım. Bizden de polis, hukukçu ve adli polis ‘ten oluşan bir tespit komitesi gidecek. O nedenle buradayım” dedi.
Saldırı yapılan yere polis ve asker bile zırhlı araçsız gidemiyordu. Zaten Azeri Türklerinin yaşadığı Şuşa Kentinin dışında Dağlık Karabağ’ın herhangi bir bölgesine zırhlı araçsız, korumasız gitmek mümkün değil. Olayı öğrenince mutlaka olay yerme gitmeye karar verdim. Komutandan izin istedim. “Çok zor” dedi ama en sonunda gitmeme izin verdi. Bir panzerde dışarda dört, içerde de dört olmak üzere sekiz kişi oturabiliyordu ancak. Dışarda oturanların mutlaka otomatik tüfek yani Rusların Kalaşnikof’unu çok iyi kullanmaları gerekiyordu. Dışarda oturacak askerler komando eğitimi görenlerden seçiliyordu. Panzerin üstünde sırt sırta vermiş dört asker yol boyunca Ermeni militanların bulunması ihtimali olan bölgelerden dağ köylerine giden yollardan panzerlerin yavaşlamak zorunda kaldığı virajlardan ve köylerin önünden geçerken hemen mermileri namluya sürüyorlardı. Ben panzerin içinde oturuyordum. Dışarı bakmak istediğimde
dışardaki askerler ikaz ediyorlar ve hemen içerde oturanlardan biri elime kendi Kalaşnikof’unu tutuşturuyordu. Askerler her an bir mermi, bir bomba gelebilir korkusuyla gözlerini dört açıyorlardı. Bizim önümüzden yaklaşık dört saat kadar önce bir başka bir panzer keşif için yola çıkmıştı.
Panzerin içinde saatlerce yol aldık. Dağlık Karabağ’ın en kuzeyindeki Mardakert Bölgesine girmiştik. Bu bölge geçit vermez tehlikeli ve dik dağlardan oluşmuş, yerleşim bölgeleri de bu yüksek dağların eteklerine kurulmuştu. Sovyet panzeri Küçük Kafkasların Deli Dağlarında bozuk yollarda ilerliyordu. Mardakert’e varmamıza az kalmıştı. Bir virajı aldıktan sonra birden durduk. Panzerin üzerindeki çelik yelekli ve otomatik silahlı dört komandonun hemen yere atladığını gördüm. Dışarda olanları panzerin içindeki ufacık gözleme deliklerinden izliyordum.
Benimle içerde oturanlar son derece heyecanlanmış ve namlulara mermilerini sürmüşlerdi. Ben ise fotoğraf makinamı hazır tutmuş teybimi cebime yerleştirmiştim. İnen komandolardan biri panzere yaklaşıp içerden çıkış kapısını açmamızı işaret etti. Çıktık, biraz
İlerde yolun tam ortasında iki büyük çukur ve geniş bir daireye yayılmış kan izleri olduğunu gördük. Telsizle irtibat kurduklarında bizden önce yola çıkan panzere mayınla tuzak hazırlandığını ve panzer geçerken tam altında patladığını söylediler.
Panzerin üzerindeki Rus askerlerden birisi ağır yaralanmış. Birkaç dakika sonra asker birlik sağlık merkezine yetiştirilmeye çalışılırken ölmüştü. Panzerin ortasındaki tekerlekler patlamıştı. Sovyet panzeri BTR’nin lastikleri delindiği anda panzer hareket halinde iken yeniden hava doluyordu. Oysa mayın orta lastikleri tamamen parçalamış, ön lastikleri patlatmıştı. Bu yüzden panzer hareketsiz kalmıştı. Daha ilerdeki Umudlu Köyünde konaklamış olan birliğin yardımıyla panzer çekilip oraya götürülmüştü.
ARAMIZA NİFAK SOKTULAR
Yeniden yola koyulduk. Panzeri süren asker daha süratlı yol başlamıştı. Panzer komutanı bu yolların son derece tehlikeli olduğunu söylüyor ve mayın varsa bile üzerinden hızlı geçildiği takdirde daha az hasarla kurtulabileceğimizi açıklıyordu. Mardakert Şehrine girmeden askeri birliğin konaklamış olduğu Umudlu Köyüne ulaştık. Her taraf asker kaynıyordu. Bizim önümüzden yola çıkıp bir askerin öldüğü panzer ortada duruyordu. Birkaç asker onun tamiriyle uğraşıyordu. Panzerden birliğe doğru yaklaşınca bir grup halk bana doğru yaklaştı Aralarından biri şöyle konuşmaya başladı “Görüyorsunuz burası sarp dağlarla çevrili. Şu dağların tepelerinden gün geçmiyor ki ateş açılmasın. Bizim köyde askeri birlik var. O nedenle bizim durumumuz biraz iyi. Rus askerleri bize yardımcı oluyor ama aşağı köylerdekilerin durumu son derece kötü. Bakın burada Rus askerleri var. Bunların yönetimi Azerbaycan Hükümetinde olsa daha iyi olur. Biz burada Ermeni çetecilerin ablukası altındayız. Dört yıldır mermi yağmuru altında yaşıyoruz. Çocuklarımız hepsi korku içinde. Çoğunu Bakü’ye ve başka kentlere okumaya gönderiyoruz. Bizi öz milli ordumuz kurtarabilir bu problemden. Bizim dışarıyla bağlantımız yok, gazetemiz yok. Radyo dinleyemiyoruz. Bakın şu yüz metre ilerdeki köy Ermeni köyüdür, daha yukardaki köy de Ermeni köyüdür, biz yıllardır çok iyi komşuluk etmişiz. Aramızı bozan, ortalığı karıştıran o fanatik çeteciler oldu. Onlar bizim rahat, mutlu ve birlik içinde yaşamamızı istemiyorlar. Komşu köylerdeki Ermenilerle ilişkilerimiz koptu. Aslında onlar de bu olayları istemiyorlar, fakat çeteciler onları korkutuyor. Bizimle konuşanları incitiyorlar. Biz sulh istiyoruz. Biz istiyoruz ki bütün halklar dost olsun birlik içinde yaşayalım, bir aile gibi yaşayıp dost kalalım. Eskiden nasıl idiysek öyle yaşamak istiyoruz. Dışardan gelip bizi birbirimize düşürenler aradan çekilsin. Bizim toprağımızda bizim ekmeğimizi yiyip, 70 yıl bizim içimizde büyüdüler. Bu Toprak ne onlarındır ne de bizim. Azerbaycan Devleti’nindir. Biz bir yerde kardeş gibi yaşamışız. Bu toprak katma meselesini dışardan bunların kafalarına zorla sokuyorlar. Bu yüzden olaylar çok tehlikeli boyutlara ulaştı.
Fotoğraf altı
YEDİ SAAT PANZERLE YOLCULUK
Rus komutanların izniyle saldırıya uğrayan bir köye gitmek üzere bir panzere bindik. Beni panzerin içine oturttular. Sıkışık bir durumda zor koşullarda yedi saatlik bir yolculuk yaptım. Panzerin üzerindekiler geçtiğimiz çevreyi, herhangi bir saldırı olmasın diye elleri tetikte sürekli gözlüyorlardı.
Rus Komutanlar ‘Görevimiz zor’
Dağlık Karabağ’ın Şuşa şehrindeki Rus Güvenlik Kuvvetleri’nin Komutanları tüm sorularıma içtenlikle cevap verdiler. Durumu açık seçik anlattılar. Sağımda Yarbay Samarin İlyafilaseviç solumda Albay İgor Vasliliç Şefçenko. Her İki komutan aldıkları görev zorluğunun bilincindeler.
BURADA MAYIN PATLADI
Bizden önce gönderilen panzer yol üzerine yerleştirilmiş bir mayına çarptı. Yolda mayının açtığı çukuru ve yanındaki kan izlerini İnceledik. Lastikleri patlayan zırhlı araç ise yakındaki bir köye çekilmişti. Orada panzeri tamir etmeye çalışıyorlardı. Patlamada yaralanan Rus askeri ise hastaneye götürülürken ölmüştü.
* * * * * *
KAYNAYAN KAFKASYA-3
28 Eylül 1991 Cumartesi
YELTSİN TELAŞI
ERMENİLERLE AZERİLERİN ARASINI BULMA ÇABALARI
Birden ortalığı bir heyecan sardı. Yeltsin, Dağlık Karabağ’a gelecekti. Azeri ve Ermeni heyetleri bir araya gelip görüşmelere başlayacaklardı. Boris Yeltsin’i karşılamak için Caferov’la birlikte Hocalı Havaalanına gittim. Ama Yeltsin yerine Rusya Federasyonu Devlet Sekreteri Barbulis geldi.
DAĞLIK KARABAĞ’DA YELTSİN TELAŞI
ŞUŞA’dan yola çıktığımız panzerle Ermeni çetecilerinin saldırdığı İmaret Kervent Koyü’ne indik. Manzara tek kelime İle feciydi. Ağlayan acılı insanlar, bomba ve roketlerle yakılmış evleri önünde çaresiz ağlaşıyorlardı Benimle beraber oraya gelen heyet, hemen çalışmalarına başladı.
Bende bu fırsattan yararlanarak halkla konuşuyor, saldırganların yaptığı tahribatı görüntülemeye çalışıyordum. Heyet sorgu ve tespit işlemini sürdürürken Rus askerleri elleri
tetikte çevredeki tepeleri gözlüyorlardı Her an bir yerden ateş edilecekmiş gibi hazır bekliyorlardı. Köydeki işler oldukça uzun sürdü. Evlerden birinde kaçamayarak yangında ölen kadından neredeyse eser kalmamıştı. Ev öylesine yanmıştı ki kadının kemikleri bile erimişti. Manzara dayanılmayacak kadar acı vericiydi.
AYRI YOLDAN DÖNDÜK
Karanlık çökmek üzereydi. Bizi getiren panzerin komutanı dönüş için hazırlanmamızı söyledi. Yeniden maceralı ve tehlikeli bir yolculuk başlıyordu. Hem de gece olmak üzereydi. Komutan bu kez kesin emir verdi. Panzerin üzerindeki otomatik silahlı komandolardan başkası kesinlikle kafasını bile aracın dışına çıkarmayacaktı. Yola çıktık, ilerlemeye başladık. Geriye dönüşümüz de üç saat kadar sürecekti. Bir ara durakladık. Bir çeşmenin yanında durmuştuk.
Komutan inmemizi söyledi. Kendinin de rahat bir hali vardı. Bize şunları anlattı;
Artık Dağlık Karabağ’ın dışına çıktık, geldiğimiz yoldan geri dönmedik. Zira gelişimizi Ermeni çeteciler tespit etmiş olabilir. Tuzak kurmuş olabilirler. Bu nedenle güzergâh değiştirdim. Geldiğimiz yoldan çok daha uzun yol kat edeceğiz ve tamamen dağ yolunda ilerleyeceğiz. Ancak geçeceğimiz bütün yollardaki köyler Azeri köyleridir.
Herkes rahat bir nefes aldı. Biz de panzerin üzerine çıkıp oturduk. Gece boyunca bozuk yollardan, dağlar ve köyler arasından geçtik. Sabaha karşı saat dörtte Şuşa şehrine gelebildik.
HAPİSHANEDEKİ TUTUKLULAR
Ertesi gün Şuşa Hapishane Müdürüyle randevum vardı. Müdür Binbaşı Aydın Abbasov Umudoğlu idi. Ellerinde 75 kadar Ermeni çeteci ve kanunsuz iş yapan tutuklu olduğunu söyledi. Bunların bölgede çeşitli suçlardan yattıklarını bildirdi. Umudoğlu şöyle konuştu;
“Hapishanedekilerin çoğunun sorgulamaları sürüyor. Bunların çoğunda kanunsuz silah yakalanmış, bir kısmı silahlı saldırı ve gasp suçunu işlemiş, bir kısmı da ev yakıp idam öldürdükleri için tutuklandılar. Erivan Hükümeti, bunlardan çoğunun iadesini istiyor. Biz vermiyoruz. Çünkü onlar Ermeni olmakla beraber Azerbaycan vatandaşıdır. Biz verirsek serbest bırakacaklarını biliyoruz. O zaman gelip gene aynı suçları işleyecekler”
Programımda Ermeni çeteciler tarafından rehine alınmış olan Süleyman Abbasov İsmailoğlu ile iki kardeş olan Mezahir Hasanov Sadıkoğlu ve ağabeyi Recep Hasanov Sadıkoğlu ile görüşme vardı. Süleyman Abbasov İsmailoğlu’nun rehine alınıp serbest bırakılması olayı hayli ilginçti. İsmailoğlu çok şanslıydı, zira bu tür kaçırma olaylarının bazıları ölümle sonuçlanıyorlardı. İsmailoğlu’nun evine gittim. Eşi ve bir yaşındaki çocuğu ile beni karşıladı. Biraz sohbet ettikten sonra macerasını anlatmaya başladı.
“Ben inşaat İdaresinde çalışıyorum. Stepanakert yakınındaki asfalt fabrikasının yanından geçerken, arkamdan beni çok yakından bir aracın takip ettiğini fark ettim. Biraz ilerledikten sonra bir kavşakta önümü bir başka araç kesti. Otomatik silahlı dört kişi araçtan fırlayıp bana yaklaştı. Ellerinde Rus yapısı Kalaşnikof makineli tüfekler vardı. Araçtan beni indirip kendi araçlarına götürdüler ve hemen gözlerimi bağladılar. Bana dönüp ‘Seni öldürmek için değil başka şey için tuttuk’ dediler. Kendi aralarında hem Rusça hem de arada sırada Azerice konuşuyorlardı. Bani kapalı bir yere götürdüler. Gözlerimi açtılar. Garaj gibi bir yerdi. Araçların yağlarının değiştirildiği kanala beni indirdiler ve ‘Korkma seni öldürmeyeceğiz. Şuşa Hapishanesinde tutuklu bir Ermeni var, ona karşılık seni tutuyoruz. Onu serbest bırakırlarsa seni de biz bırakacağız’ dediler.
Süleyman İsmailoğlu, heyecan ve sabırsızlık içinde geçirdiği günleri şöyle anlatmaya devam etti “Beni baş gün aynı çukurda bıraktılar. Akşamlan bana yaşlı bir adam yemek veriyordu. Bu adam bana ‘Merak etme benim kızımın kocası Azerbaycanlıdır. Onun için korkma. Ben sana yardımcı olacağım’ diyordu. Beni götürenler kardeşime haber salmışlar. Hapishanedeki adamla ilgili İsteklerini bildirmişler. Bu girişimin sonucunu bekliyorlardı. Beş gün sonra beni o hendek gibi yerden çıkardılar ve bir araca bindirip başka yere götürdüler. Bir buçuk saat kadar yol gittik. Bir eve girdik. Alt kata beni soktular. Olduğum yerde ikinci kattaki televizyonun sesini duyuyordum. Ertesi gün sabah televizyon sesini işittiğimde Moskova’da ihtilal olduğunu öğrendim. Şaşırdım. Gorbaçov yoktu. Yanayev gelmişti. Sıkıyönetim ilan edilecekti. Biraz sonra beni kaçıranlardan ikisi yanıma geldiler ve ellerimi çözerek, ‘Bizi bağışla sana eziyet çektirdik dediler. Biz çok geçmez birkaç gün içinde yine eskisi gibi beraber yaşayıp kardeş olacağız’ diye konuşlular. ‘Şimdi Gorbaçov gitti, artık aramızda problem kalmayacak, evvelki gibi yaşayacağız. Sana yaptıklarımızı unut dediler. Anladığım kadarıyla sıkıyönetim geldiği için nasıl olsa kanunsuz işler yapanlar ve bunlara yol gösterenler tutuklanacak ve eskisi gibi beraberce yaşayacağız düşüncesinde idiler. Bu olaydan sonra kolumdan aldıkları saati iade ettiler. Ağustosun 20’sinde beni bir arabaya bindirip Stepenakert’e götürdüler. Kardeşimin beklediği bir ağacın yanında bıraktılar. Beni götürdükleri gün cebimden aldıkları bin beş yüz Rublemi de iade ettiler ve kardeşimle birlikte bizi yemeğe davet ettiler. Stepanakert’te beraber yemek yedik. Paramızı onlar verdiler. İhtilalin ikinci günü olmuştu. Bu problemler artık bitti, kardeş gibi yaşayacağız deyip bizi uğurladılar.
Süleyman Abbasov İsmailoğlu sözlerini bitirirken, ‘Beni bıraktıktan bir gün sonra darbeciler tutuklanıp Gorbaçov geri geldi. Beni kaçıranlar herhalde bıraktıkları için pişman olmuşlardır’ diye espri yaptı. İki kardeşin rehine alınması olayıda ilginç. Mezahir Hasanov Sadıkoğlu, ağabeyi Recep Hasanov Sadıkoğlu ile Bakü’den döndüğünde Stepatakert Kenti yakınlarında silahlı kişilerce kaçırılmışlar. Onlardan 50 bin ruble istemişler. Ve onlar da bu parayı bulduktan sonra kurtulabilmişler.
NE OLUYOR BİR OLAY MI VAR?
Ertesi gün Dağlık Karabağ’da hararetli bir faaliyet vardı. Askeri araçlar birden çoğaldı Yollarda vızır vızır polis araçları dolaşmaya başladı. Şuşa Belediye Binası’nın önünde silahlı askerler duruyor etrafta ellerinde Bond çantalar olan sivil kişiler binaların damlarına ve bazı evlerin balkonlarına çıkıyor. Etrafı kolaçan ediyordu. Vatandaşlardan birine yaklaşıp ‘Ne oluyor bir olay mı oldu’ diye sordum. Olumsuz yanıt aldım. Ama bana Belediye Binası’na gidip sormamı tavsiye etti. Bunun üzerine Moskova’dan tanıdığım Dağlık Karabağ Azeri Lideri Vakıf Caferov’un yanına gittim. Odada sivil polisler, daha önce gördüğüm siyasi polisler, KGB Şefi ve birkaç yabancı oturuyordu. Zaten bölgede birkaç gün kalınca herkesin yüzünü tanımak hiç zor değil. Bu benim Dağlık Karabağ’daki beşinci günümdü. Caferov’a “Ne oluyor nedir bu hareket? Diye sordum. Cevap verdi “Yeltsln gelecek, önce Bakü’ye sonra Stepanakert’e daha sonra da buraya gelecek. Burada birkaç gündür Moskova’dan gelen güvenlik görevlileri Yeltsin in geçeceği yolları, gireceği binaların güvenil olup olmadığını kontrol ediyorlar. Şehirdeki hareketlenmenin nedeni odur.”
GENCE DE BİRİNCİ TUR
Yeltsin’in rahatsız olduğu birkaç gün sonra geleceği söylendi. Ama anlaşılan güvenlik önlemlerini yeterli bulmamışlardı. Yeltsin, ben
Dağlık Karabağ’dan ayrıldıktan iki gün sonra oraya geldi…
. . .
Ben de hemen hazırlıklara başladım. Mutlak surette Yeltsin’in geleceği Hocalı Havalimanı’na gitmem gerekiyordu. Ama tüm giriş çıkışlar tamamen kapatılmıştı. Caferov’a rica ettim. Beni KGB Şefinin arabasıyla gönderdi. Ancak Stepanakert’in girişindeki askerler “Kesinlikle saat beşe kadar geçemezsiniz” diyerek bizi geri çevirdiler. Geri geldik. Vakıf Caferov’un odasına girdik. Olayı anlattık “Bekle ben zaten Yeltsin’i karşılamaya gidiyorum iki kişi daha var. Senide alırız. Biz helikopter çağırdık” dedi. Bir saat kadar sonra arabayla ilk geldiğim dağın tepesindeki düz araziye gittik. Helikopter havada gözüktü. İnmesi, bizi alması ve kalkması bir oldu. Aşağı baktığında birkaç yüz metre derin bir vadinin üstünden uçtuğumuzu gördüm. On beş dakika kadar sonra Hocalı Havalimanı yakınına bizi bırakan helikopter geldiği gibi kayboldu. Biz biraz ilerdeki binaya gittik. Telefon edildi bir araba gelip bizi havalimanına götürdü. Saat dörde geliyordu. Yeltsin ortalarda yoktu.
Birden arka arkaya son model zırhlı üç dört Mercedes geldi Yeltsin’in atadığı Devlet Sekreteri Barbulis bu arabalardan indi. Dağlık Karabağ Azerilerinin lideri Vakıf Caferov’a yaklaştı. Yeltsin’in rahatsız okluğunu, gelemeyeceğini bildirdi.
Aslında Yeltsin, güvenlik açısından gelememişti o gün. Rusya Federasyonu Devlet Sekreteri Barbulis, biraz sonra Ermeni liderlerinin de geleceğini ve her iki tarafın liderlerinin Gence de birinci tur görüşmeler yapacağını söyledi. Havada Sovyet yapısı dev bir askeri helikopter gözüktü. İçinden makineli tüfekli beş altı sivil fırladı. Arkalarından Ermeni liderlerinden Stepanakert Belediye Başkanı Maksim Mirzayevlç’le Erivan’dan gelen bir delege indi. Bir süre kurşungeçirmez bir araç içinde oturdular Azeri heyeti de geldi. Otomatik silahlı polislerin gölgesinde askeri helikoptere binip gözden kayboldular. Benim, Dağlık Karabağ’da artık işim kalmamıştı. Buraya gelişimdeki yöntemlerle ve helikopterle Gence’ye gittim. Ondan sonra ver elini Bakü.
- * * * * * *
Foto altları
HAPİSHANE MÜDÜRÜ
ERMENİ saldırganlardan yakalananlar tutuklanıp Şuşa’daki hapishaneye kapatılıyor. Şuşa dakl cezaevi müdürü Aydın Abbasov Umudoğlu bize tutukluların durumunu anlattı. Bunlardan bazılarını Erivan Hflkümetil’nln istediğini açıkladı
KURTULMAK İÇİN 50 BİN RUBLE ÖOEDİLER
Bunlarda Ermni çetecilerin aldıkları iki kardeş. Recep ve Mezahir Hasanov Sadıkoğlu. Çetecilerin İstediği 50 bin Rubleyi bulup verdikten sonra kurtulabildiler
ABBASOV’U DARBE KURTARDI
Ermeni çeteciler tarafından rehin alınan Süleyman Abbasov. “Moskova’da yapılan darbeden beş gün önce Hocalı Kentinden Şuşa’ya gelirken yolumu kesen Ermeni çeteciler gözlerimi bağlayıp birkaç saatlik yoldan sonra kuyu gibi bir yere indirdiler. Darbe, onları korkuttu ve beni salıverdiler” dedi.
BARBULİS HAVAALANINDA
Dağlık Karabağ’da Yeltsin beklenirken çıkagelen sağ kolu Barbulis, liderin gecikmesini sağlık nedenlerine bağladı. Oysa ortalık o kadar karışıktı kİ yeterli güvenlik önlemi alınamamıştı. Barbulis, havaalanında durumu Caferov’la görüştü.
DEPREM GEÇİRMİŞ GİBİ
Dağlık Karabağ’ın İmaret Kervent Köyü çetecilerin saldırısından sonra depremden çıkmışa döndü. Evler yakılmış ya da roketatarlarla yıkılmıştı.
YARIN: NAHÇIVAN
29 Eylül 1991 Pazar
Nahcivan’ı Anadolu’ya bağlayacak
Hasret Köprüsü
SUYUN ÖBÜR TARAFI TÜRKİYE
Sederek Köprüsü nün yarısı tamam. Nahcivan tarafının bitirilmesini de Türkiye üstlendi. İsçilerin huduttan geçmesi için izin bekleniyor. Nahcivan Başbakanı Becan İbrahimoğlu (soldan üçüncü) inşaat yerinde Rus sınır komutanı Kostantinovlç ile birlikte Sovyet tarafında İncelemeler yaptı. Suyun öbür tarafında 20 metre kadar ötede Türk İsçileri el salladılar…
- Üç yanından Ermenistan’la çevrili Türkiye ile 12 kilometrelik hududu olan Nahcivan’da halkın ve yöneticilerin tek isteği Sederek Köprüsü’nün tamamlanması. Bu köprünün Türkiye’yi Azerbaycan üzerinden tüm Orta Asya cumhuriyetlerine bağlayacağını söylüyorlar…
Foto altları
■ ALİYEV ÖZAL’DAN UYDU TELEFONU İSTEDİ
Kısa süre önce Nahcivan Cumhurbaşkanlığı’na seçilen Haydar Aliyev ‘Olağanüstü bir durumda dünyayla bağlantımız yok. Telefonla bile ancak Bakü üzerinden konuşabiliyoruz. Cumhurbaşkanı Özal’dan çok önemli bir ricam var. Cumhuriyetimize bir tane uydu telefonu hediye etsin, zor durumda kalırsak sesimizi hem dünyaya, hem de Türkiye ye duyurabilelim” dedi.
YENİ GÜVENLİK KUVVETLERİ
Bağımsızlığını ilan eden Nahcivan Cumhuriyeti kendi güvenlik kuvvetlerini kurmaya başladı. Bunlar ham kentlerde, hem de kırsal alanda güvenliği sağlayacaklar. Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev’in bu çabası Moskova’da yanlış anlaşıldı ve Moskova Radyosu. “Aliyev 30 bin kişilik ordu hazırlıyor’ diye yayın yaptı.
. . .
“Hasret Köprüsü” 74 yıldır rüyalarını süslüyor Nahcivanların…
Ermenistan Cumhuriyeti’nin üç yandan çemberinde kalan ve İran’la hududu olan, ancak her iki tarafla da ilişki kurmak istemeyen Nahcivan Türkleri, Türkiye ile aralarındaki 13 kilometrelik sınıra umutla bakıyorlar.
TÜRK SINIRINDA
Nahcivan’ın Türkiye ile 12 kilometrelik bir ortak sınırı var. Tüm umutları buraya bağlı. Üç taraftan Ermenistan’la çevrili. Güneyinde ise Iran var. Köprü İnşaatının sürdüğü Nahcivan-Türkiye sınırına Nahcivan Başbakanı Becan Ibrahimoğlu (solda) ile gittik. Orada Rus komutan Victor Kostantinoviç (sağda) ile buluştuk.
LATİN HARFLERİNE GEÇTİLER
Nahcivan Meclisi Kiril alfabesini bırakıp Latin Alfabesi ‘ne geçme karan aldı. Bu karar hemen uygulanmaya başlandı. Mağazaların vitrinlerinde bile Latin harfleri kullanılıyor. Bir kasetçi dükkânında ‘Alışganların doldurulması’ yazılı. ‘Alışgan’ sözünü Teyp karşılığı kullanıyorlar.
ATATÜRK CADDESİ
Nahcivan’ın en ünlü caddesi ‘M. Kemal Atatürk’ adını taşıyor. Eskiden konulmuş bu ad. Bu nedenle Kiril Alfabesiyle yazılı. Bu caddenin ucu Türkiye sınırına uzanıyor. Levhaya arkanızı verirseniz Ağrı Dağı yükseliyor karşınızda.
. . .
Nahcivan’dan yükselen ses
BİZE YARDIM EDİN…
Türkiye ile sınırı olan bu Kafkasya Cumhuriyeti’nde gazetecilik yaşamımın unutulmaz anıları var. . Oraya ilk önce 1990 yılının Ocak ayında Bakü katliamından sonra Genel Yayın Yönetmenimiz Ertuğul Özkök’le birlikte gitmiş ve devlet töreniyle karşılanmıştık. Bolşevik devriminden sonra Nahcivan topraklarına ayak basan ilk Türk gazetecileriydik. Aradan tam 19 ay geçti Nahcivan’dan gene olaylı haberler gelmeye başladı. Nahcivan Parlamentosu Bakü hükümetinin atadığı cumhurbaşkanını alaşağı etmiş ve yerine Brejnev döneminde Sovyetler Birliği Polit Büro Üyeliği ve Başbakan Yardımcılığı görevine kadar yükselebilen tek Türk olan Haydar Aliyev’i seçmişti.
Haydar Aliyev Nahcivan’laydı. Halk onu çok tutuyordu. Komünist Partisinden istifa etmiş Moskova’daki evinden Halk Cephesi’nin hareketini desteklemeye başlamıştı. KGB bu nedenle onu arıyor, o da o zamanlar her gün ev değiştiriyordu. Sonra Azerbaycan’a döndü, seçimlere katıldı ve milletvekili oldu. Nahcivan’da olan bitenleri yerinde incelemek için yeniden Bakü’ye geçtim ve tüm şartları zorlayarak yeniden Nahcivan’a girdim. Bakü de Nahcivan arasındaki trenler Ermenistan’dan geçtiği için ya el konuyor, ya da makinistler rehin alınıyordu. Bu nedenle tren seterleri iptal edilmişti. Nahcivan’a tek gidiş yolu Aeroflot un 28 kişilik “Yak 40” uçaklarına kalmıştı. Bakü Havaalanı’nda iki bine yakın Nahcivan’ı evine ulaşabilmek İçin sıra bekliyordu. Bakü Hükümeti de Nahcivan’a ambargo uyguluyordu. Nahcivan halkı Azerbaycan Cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılmayıp boykot etmişti. Sorun buradan kaynaklanıyordu. Nahcivan’a erzak. Yakıt ve inşaat malzemesi sevkiyatı durmuştu.
BÜTÜN RADYOLAR TÜRKİYE’YE AYARLI
Nahcivanların en önemli bir arzusu da Türk televizyonunu izlemek. Nahcivan’da zaten bütün radyolar Türkiye’ye ayarlı. Yolda, dükkânlarda, araçlarda devamlı Türk radyosu dinleniyor. Türk televizyonunu izlemek için ise ilginç bir yöntem uyguluyorlar. Türkiye hududundaki Sederek Dağına çıkıp TRT’nin yayınlarını videoya kaydediyorlar. Sonra bunu çoğaltıp kahvelerde ve evlerinde izliyorlar.
EN YETKİLİ AĞIZDAN DURUM
İşte böyle bir ortamda Nahcivan’a gittim. Aynı heyecan ve tanıdık yüzlerle karşılaştım. Tüm kapılar açıldı ve kendimi yeni Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev’in yanında buldum. Hararetle sarıldı öptü ve konuşmaya başladık. Durumu bana şöyle anlattı “Nahcivan halkı çok demokratik bir halktır. Azerbaycan’ın Sovyetler Birliği içinde kalması konusundaki referandumda Nahcivan’ılar yüzde 20 ‘Evet’ dedi. Bunlarda burada görevli askerler ve Komünistlerdi. Bunun için Nahcivan halkı Muttalibov’un (şimdiki Azerbaycan Cumhurbaşkanı) gazabına geldi. Bana göre çatlayan birlik bir daha düzelmez. Önce bağımsız Cumhuriyetler oluşsun, devlet olsun sonra da isteyen birbiriyle ilişkiye girsin. Moskova’da 19 Ağustosta yapılan darbe sırasında Muttalibov İran’daydı. Gazetecilerin ‘Darbeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?’ sorusuna. Ben bunu çoktan bekliyordum. Bu çoktan olmalıydı’ yanıtını vermiş. Daha sonra Bakü’ye döndüğünde ayın 21’inde televizyona beyanat vererek idareye el koyan cuntanın faaliyetlerini beğendiğini söyledi ve dedi ki ‘Biz bundan büyük ümitler gözlüyoruz.’ Bu sözleri kulaklarımla işittim. Ben de ‘Meclis’te böyle bir beyanat veren kişi için başkanlık seçimlerine girilmez’ dedim. Meclis Başkanı Omira Kafarova Türkçe bilmez. 26 Ağustos günü Nahcivan’a ana toprağıma geldim. Meclisin seçmediği ve Bakü’nün tayiniyle gelen Cumhurbaşkanı Ekber Aİivev’i halkın seçtiği milletvekilleri işten el çektirmişlerdi. Ayrıca komünist Partinin faaliyetine son vermişlerdi”
Haydar Aliyev daha sonra Meclisin toplandığını ve kendisi aday olmadığı halde Cumhurbaşkanı seçtiklerini onun da ısrarlardan sonra bu görevi kabul ettiğini bildirdi. Aliyev’in ilk işi Azerbaycan Halk Cephesi’nin ileri gelenlerinden biri olan Becan İbrahimoğlu’nu Başbakanlığa atamak oldu. Bu durum Muttalibov’un tehditlerine yol açtı. Nahcivan aleyhine yayınlara Moskova Radyosu da katıldı. Haydar Aliyev üç taralından Nahcivan’ı kuşatan Ermenistan’la ilişkiler konusunda da bilgi verdi. Cumhurbaşkanı seçildiğinde kendini ilk önce Ermenistan Cumhurbaşkanı Lev Petrosyanın kutladığını söyledi. Ama iki Nahçivan’lı çobanın bazı Ermeni çetecilerce öldürülmesi ve hayvanlarının alıp götürülmesi ilişkileri bozmuş. Sınırdaki Ordubat bölgesinde halk ayaklanıp İran’dan Ermenistan’a giden trene el koymuşlar. Aliyev Petrosvan’la telefonda konuşarak sorunu çözümlemeye çalışmış. Halen pazarlık sürüyor. Aliyev katillerin kendilerine verilmesini istiyor.
HASRET KÖPRÜSÜ
Gece benim gelişim nedeniyle Nahcivan Halk Cephesi karargâhında bir sohbet toplantısı düzenlenmişti. Karargâhta oturmak bir yana, ayakta duracak tek yer yoktu. Sohbetimiz sabaha karşı ikiye kadar sürdü. Nahçivan’lılar en çok Türkiye’de ve dünyada olup bitenleri benden dinlemek istiyorlar, hem soruyorlar hem de dertlerini anlatıyorlardı. Toplantıyı Nahcivan Halk Cephesi lideri Arif Rahimov düzenlemişti Nahçivan’lılar Türk TV’sini rahatça izlemek istiyorlardı. Şimdilik yüksek dağ tepelerinde TV yayınını videoya alıp aşağıda çoğaltarak izliyorlar. Ama en büyük istekleri Türkiye ile aralarındaki Sederek Köprüsü’nün açılmasıydı. Sederek Köprüsü Türkiye’nin Iğdır’dan sonraki sınır kasabası Aralık’ta başlıyor ve Nahcivan’ın Sederek Kentine uzanıyor. Sabah erkenden hazırlandım ve Sederek’e yola çıktım. Köprünün yapıldığı yol sapağına geldiğimde ağaçlar altında 20 kadar kişinin birbirine birleştirilmiş masalar etrafında oturduğunu gördüm. En uçtaki Halk Cephesi’nden seçilen Başbakan Becan İbrahimoğlu idi. Becan Bey’le Bakü katliamından sonra tanışmıştım. Becan Bey beni görünce konuşmasını kesti. Ayağa kalkıp bana sarıldı. Toplantıları Sederek Köprüsü’nün bir an önce bitirilmesi üzerineydi ve sınırdan sorumlu Rus Komutan da oradaydı. Kalktık, beni kendi arabasına aldı ve Köprüye gittik. Yolun yarısı asfaltlanmış, yarısı topraktı. Aras Nehri’nin kıyısına geldik. 20 metre karşısı Türkiye idi. O anki heyecanımı anlatamam Karşıda iki üç kişi vardı. Bağırarak konuştuk. Türk kıyısında olanlar arasında Karayolları Köprüler Dairesi Baş Mühendisi Tevfik Kara vardı. Türk tarafı köprüyü kaba inşaat olarak tamamlamıştı. Nahcivan tarafından yapılacak ve Türk işçilerinin araçlarıyla karşıya geçebileceği geçici köprü ise yapılmamıştı. Başmühendis karşı taraftan bana Başbakan Becan Bey’e ve sınır komutanı Vîktor Kostantinoviç ile yanımızdaki heyete Türk tarafını Nahcivan’lıların yapması gereken bölümü de üstlendiğini ve yaklaşık 70 kadar işçi ve araçlarıyla karşı tarafa geçiş izni istediklerini belirtti. Rus komutan hazırlıkların tamamlandığım ve çalışma alanı olarak bir kilometrelik bir bölgenin etrafının çevrildiğini söyledi. Ama henüz izin çıkmamıştı. Her an bunu bekliyorlardı. Başbakan Becan Bey ‘Hasret Köprüsü’nün açılışını dört gözle bekliyoruz. Ne zaman bitiyor diye sorduğunda Mühendis Tevfîk Kara, “Sizin taraftan iki aylık gecikme var. Protokole göre köprünün yılsonunda trafiğe açılması gerekiyor. Gecikme nedeniyle belki Şubat’ın yarısını bulur” dedi. Başbakan, “Ben bir hafta önce göreve başladım ve bütün Nahcivan’ı seferber edeceğim. Bu köprü yılsonuna kadar yetişmelidir” dedi. Mühendis Tevfik Bey, “Çok iyi olur, kış yaklaşıyor. Aras’ın suyu yükselebilir. Çalışmamız zorlaşır” deyince Başbakan Becan Ibrahimoğlu “Su yükselirse Türk de yükselir. 74 yıllık hasret artık bir an önce bitmelidir deyip el sallamalar arasında oradan ayrıldı. Türkiye’ye 20 metre mesafeye kadar yaklaşmıştım. Rus komutana, “Geçebilir miyim?” dedim. “Yok. biraz daha sabretmen lazım” dedi.
. . .
ALFABE İSTİYORUZ
Sederek köprüsünden dönüşümüzde Başbakan Becan İbrahimoğlu yine beni makam arabasına aldı. Sohbete başladık. Şunları söyledi
“Biz Latin Alfabesi ne geçme kararını Meclis’te aldık. Türkiye, İran ve Azerbaycan arasında Nahcivan’ı “Serbest sınır ticareti bölgesi ilan ettik. Türkiye bize müşavirlik işinde yardımcı olursa biz bir an önce pazar ekonomisine geçeceğiz. Bize Türkiye’nin akıl vermesini istiyoruz. Okullarda şimdi Latince eğitimine başladık. Ancak alfabe sıkıntımız var. Bize çok miktarda alfabe lazım, işadamlarınız gelsin Türk Devlet Planlama Teşkilatı Nahcivan’dan birkaç kişinin eğitim görmek üzere Türkiye’ye gelmesini temin edebilirse bize hayati bir yardım yapmış olur. Biz de inşaat işi çok. Tarım konularında işbirliği yapabiliriz. Son derece kaliteli maden sularımız var. Türk işadamları buraya gelsin. Her türlü kolaylığı sağlarım. Lütfen bunu Hürriyet Gazetesi aracılığıyla Türk halkına iletin.-“‘
Azerbaycan’da, Dağlık Karabağ’da, Nahcivan’da herkes Türkiye ile yatıp Türkiye ile kalkıyor. Türkiye’den sadece maddi değil manevi yardım da istiyorlar. İran’la değil, Türkiye’yle ilişki kurmak istiyorlar ve özetle, “Biz Türk’üz, bunu bütün dünya bilmelidir” diye konuşuyorlar
YARIN: AZERBAYCAN FİTİLİ ATEŞLENMEMİŞ BOMBA
30 Eylül Pazartesi
AZERBAYCAN OLAYLARA GEBE…
Her geçen gün bir olay, her geçen gün w bir gösteri ve her geçen gün yükselen tansiyon… Kağıt üzerinde kalan bağımsızlık Azerbaycanlıları 74 yıldır ilk defa bu kadar siyasetle uğraşmaya itiyor. Eski komünistlerin hâlâ işbaşında kalması halkın isyanına neden oluyor.
/ Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden w sonra yapılan resmi açıklamalarda Ayaz Muttalibov’un yüzde 98,5 ile kazandığının belirtilmesi halk arasında şok tesiri yarattı. Zira Nahcivan halkı seçimleri boykot etti, katılmadı. Dağlık Karabağ’da yüzde 20’lik bir katılım oldu. Halk Cephesini destekleyen bir milyona yalan insan, sandığa gitmedi. Halk, “Bu sonucu nerden çıkardılar?” diye soruyor.
İşte Azerilerden yükselen ses:
BAKÜ… Azerbaycan kaynıyor… Azerbaycan olaylara gebe… Azerbaycan fitili ateşlenmek üzere olan bir bomba…Tüm bunların nedeni hükümet ve halk arasındaki kopukluk. Halkın büyük bölümü şimdiki yönetimi desteklemiyor ve “Bunlar eski komünistler. Komünist
Partinin kendini lağvetmesiyle bir şey değişmedi. Yine eski yöneticiler. Yine 74 yıldır aynı zihniyetle bizi yöneten kişiler. Yetti artık bunların bize çektirdiği. Artık yeni kişiler, hür kişiler, dünyaya açmak isteyen ve Azerbaycan’ı gerçek bağımsızlığa götürecek kişiler işbaşına gelmeli” diyor.
Bu ve buna benzer sözleri Bakü’de veya Azerbaycan’ın başka bir kentinde sokakta, otelde, kahvede, takside ve misafir gittiğiniz evlerde duyabilirdiniz. Herkes aynı şeyi söylüyor “Yönetim değişmelidir. Çok partili ve herkesin hür olarak oyunu kullanabileceği bir ortam yaratılmalıdır. Cumhurbaşkanı Muttalibov ve hükümet istifa etmelidir. Zira bunlar Moskova’ya göbeklerinden bağlıdır. Bu ülkeyi bağımsızlığa götüremezler ve gerçek bakımsızlığı engelliyorlar”
MUTTALİBOV’UN SEÇİMİ
Evet, böyle bir ortamda Azerbaycan’ın başkenti 8akü’de yakın gelecekte olayların patlak verebileceğini söylemek hiç de kehanet sayılmaz. Eylül ayının 8’inde Azerbaycan’da
yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde televizyon yayınlan kesilerek ve bazen de filmlerin tam ortasında yazı yazarak Ayaz Muttalibov’un seçimleri yüzde 98,5’la kazandığı
Açıklandı. Azerbaycan’a bağlı bölgelerden özerk Cumhuriyet Nahcivan, seçimlere katılmadı, boykot etti. Özerk bölge Dağlık Karabağ’da nüfusun büyük bölümü Ermeni
olduğu için sandık başına gitmedi ve Azerilerin sadece yüzde 20‘sine yakını Muttalibov için oy kullandı. Azerbaycan’ın tümünde Halk Cephesi’nin bir milyona yakın taraftarından seçme Hakkı’na sahip olanlar oy pusulalarını “Azatlık Meydanında yapılan mitinglerde Halk Cephesi yetkililerine teslim etti ve bütün bunlara rağmen Muttalibov yüzde 98.5 ile kazandı. Yorumu size bırakıyorum.
Halk Cephesi, devamlı yaptığı mitinglerle hükümete kesin bir dille “uyarlılarda bulunuyor. Halk Cephesinden seçilmiş milletvekilleri hükümetin istifasını istiyor. ‘Halk Cephesi, Azerbaycan ‘Devlet Başkanlığı seçimlerini kanunsuz ve antidemokratik olarak niteliyor ve sonucunu tanımıyor. Halk Cephesi Lideri Ebulfez’le yaptığımız görüşmede bakın neler söylüyor:
ELÇİBEY “BUNLAR GÖBEKLERİNDEN MOSKOVA’YA BAĞLIDIR”
“Sokakta, otelde, kahvede, takside ve her yerde kiminle konuşursanız konuşun herkes aynı şeyi söylüyor, “Yönetim değişmelidir, çok partili ve herkesin hür olarak oyunu atabileceği bir ortam olmalıdır. Cumhurbaşkanı ve hükümet istifa etmelidir. Bunlar Moskova’ya göbeklerinden bağlıdır, bu ülkenin gerçek bağımsızlığını engelliyorlar”
“Önce yanlış anlamalara neden olan bir durumu açıklamak istiyorum. Benim adan Ebulfez Aliyev’di. Bu Rusçadan gelme olduğu için cephe arkadaşlarım bunun ‘Elçibey’ olarak değişmesini kararlaştırdılar. Yani ‘Ebulfez Aliyev ile Elçibey ayrı kişiler değil aynı keşilerdir. Azerbaycan’daki son durumuna gelince; Yıllardan beri halka eziyet etmiş, terör estirmiş komünistler, Moskova’da yapılan üç günlük darbeden sonra halkı aldatmak ve yerlerini korumak için Moskova ile işbirliği içinde alelacele Azerbaycan’ın bağımsızlığını ilan ettiler. Bu halkı ve dünyayı aldatmak için bir yoldu. Kısa bir süre önce fanatik bir biçimde komünist olanlar şimdi bağımsızız diyorlar. Bunlara halk nasıl inansın? Komünistler özgürlüğün vârisi olamazlar. Bu eşyanın tabiatına aşkındır. Tanınma meselesine gelince, Azerbaycan’ı ilk tanıyacak ülke Türkiye olmalıdır. Başka ülke olursa halkımızda bir burukluk olur. Bunu Türk yöneticiler çok iyi bilmelidir. Eğer Türkiye, bu dönemde Azerbaycan’ı tanıyacaksa devlet olarak tanımalı ve baştakilere insan hakları, çok partili sistem ve demokrasi için baskı yapmalıdır. Nasıl dünya Irak halkını tanıyor ve yardım ediyorsa, buna karşın Saddam Hüseyin’i tanımıyorsa Muttalibov’a da aynı şey yapılabilir.”
Ebulfez Elçibey bir devletin bağımsız olabilmesi için ordusunun, merkez bankasının ve döviz rezervinin olması gerektiğine inandığını belirtti. Böyle bir devlet, ürettiği malları serbestçe istediği ülkeye satabilmeli ve gerekli olanları da dışardan satın alabilmesi gerektiğini belirten Halk Cephesi lideri, bugünkü yöneticileri eleştirerek şöyle konuştu “Bunlar bağımsızız diyorlar, ama Moskova’nın da sözünden çıkmıyorlar”
Halk Cephesi Lideri Elçibey, cumhurbaşkanı ve hükümete bir ültimatom verdiklerini de belirterek bunu şöyle açıkladı “Cumhurbaşkanı seçimleri kanunsuz ve antidemokratiktir, tanımıyoruz. Azerbaycan Komünist Partisinin malları tamamen millîleştirilsin. Arşiv ve banka hesaplan dondurulsun. Azerbaycan Parlamentosu fesh olun sun ve tamamen demokratik, çok partili ve çok adaylı hür seçimler yapılsın. Bu seçimlere Birleşmiş Milletler ‘den ve diğer uluslararası teşkilatlardan gözlemci gelsin”
Ebulfez Elçibey, şimdiye karlar komünizme hizmet etmiş ancak artık o saflarda olmadığını söyleyen herkesin “Bundan sonra halk için çalışacağım” demesi kaydıyla affedile bileceğini ve bu tür kişilere kin beslemediklerini de sözlerine ekleyerek şöyle konuştu
“Bakın Nahcivan Özerk Cumhuriyeti’nde nerdeyse 60 yıl komünizme hizmet etmiş olan Haydar Aliyev doğru olanı görür görmez halkın yanında yer aldı ve halk da onu Cumhurbaşkanlığı’yla ödüllendirdi”.
Azerbaycan Halk Cephesi’nin dünyaya ilk sesini duyuran liderlerinden biri de İtibar Mehmedov. Kızıl Ordu’nun 1990 Ocak ayında Bakü’de yaptığı katliamdan sonra sıkıyönetim ve KGB’nin o zamanki amansız denetiminden kaçıp elindeki katliam belgeleriyle Moskova’ya gelmesi ve bunu dünya kamuoyuna açıklaması hâlâ unutulmadı. Ardından KGB tarafından tutuklanmış ve uzun süre kendisinden haber alınamamıştı. Daha sonra Kremlin’de yapılan girişimler Sonucu Bakü’deki bir hapishaneye getirilmiş ve yapılan milletvekilliği seçimlerinde kazandıktan sonra hapisten çıkmıştı. Şimdi Halk Cephesinden ayrılıp “Milli İstiklal Partisi’ni kuran İtibar Mehmedov bize şunları söyledi;
NABIZ YOKLAMA HEYETİ
“Azerbaycan’da alınan bağımsızlık karan tamamen göstermeliktir. Vakit kazanmak ve eski kadroları kurtarmak için düzenlenmiş sözde bir bağımsızlıktır. Ama şunu unutmamak gerekir. Halkın içine bir defa bağımsam ateşi düştü. Bunu çıkarmak mümkün değildir. Bu nedenle de Azerbaycan birçok olaya gebedir. Türkiye Azerbaycan’ı tarayan ilk ülke olarak büyüklüğünü göstermelidir. Bunu yapmak Türkiye’nin Türk dünyasına karşı boynunun borcudur. Azerbaycan halkı rejimin değişmesi için de Türkiye’den çok şeyler bekliyor. Muttalibov ve hükümetine baskı yapmalıdır. Türkiye, dünyadaki Türklerin manevi lideri olduğunu hiçbir zaman unutmamalıdır.”
. . .
Moskova Büyükelçilik Müsteşarı Halil Akıncı Ebulfez Elçibey’le
*******
Türk Hükümeti de bu manevi görevin bilincinde olduğunu kanıtlayarak bir heyet oluşturdu. Azerbaycan’dan başlayıp tüm Orta Asya Müslüman Türk Cumhuriyetlerini içeren bir “Nabız yoklama” turunu başlattı. Heyetle Pekin eski büyükelçisi Bilal Şimşir, Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu ve Asya Dairesi Sorumlusu Kurtuluş Taşkent ile Moskova Büyükelçilik Müsteşarı Halil Akıncı var. Heyet temaslarını önceki gün bitirdi. Nabız yoklama heyeti Azerbaycan’daolduğu gibi tüm Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetleri’nde Önce yönetimle sonrada Halk Cepheleri ve halkla görüştüler. Bakü’de Devlet Başkanı Muttalibov’la, Başbakan Hasanov’la göruşen heyet Kafkasya ötesi Müslümanları dini liderliğini ziyaret etti. Daha sonra da Azerbaycan Halk Cephesi Lideri Ebulfez Elçibey’le oldukça uzun süren bir görüşme yaptılar. Bu görüşmeyle Türk Hükümeti, ilk defa Azerbaycan’da güçlü olan muhalefetin sesiyle ilişki kuruyor ve yine ilk defa Halk Cephesi’yle diplomatik bir temas gerçekleştiriyordu.
Biz halkın söylediklerini, Halk liderlerinin düşündüklerini ve gözümüzle gördüğümüz kulaklarımızla duyduğumuz sesleri anlatmaya çalıştık. Elbette “son tahlilde’’ karan Azerbaycan halkı kendisi verecek Bizim gönlümüz başta Azerbaycan olmak üzere gerçek bağımsızlık mücadelesi veren bütün Türk halkları ve Cumhuriyetleriyle diğer halklarının yanındadır.
Fotoğraf altları
BAKÜ’DE HER GÜN GÖSTERİ BİR GÖSTERİ
Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de kalabalık kitleler hemen her gün gösteri yapıyorlar. Bunların ardındaki güç ise Halk Cephesi, bir işaretle halkı meydanlara dökebiliyor. Önceleri adı Lenin Meydanı olan ‘Azatlık Meydanı’nda toplananlar hemen her gün ‘Azatlık… Azatlık’ diye bağırıyorlar. Yani “Özgürlük ve bağımsızlık” istiyorlar.
HALK CEPHESİ LİDERİ EBULFEZ ELÇİBEY
Azerbaycan Halk Cephesi lideri Hürriyet’e yaptığı açıklamada Azerbaycan’ın bağımsızlığını tanıyan İlk ülkenin Türkiye olması gerektiğini belirtti. Elçibey, Cumhurbaşkanlığı seçimlerine hile karıştığını, iptal edilmesi ve hükümetin istifa etmesinin gerektiğini belirtiyor.
İTİBAR MEHMEDOV
1990 yılında Kızıl Ordu’nun Bakü’de yaptığı katliamdan sonra Moskova’ya gizilce giderek olayı dünya basınına ileten ve KGB tarafından tutuklanan Halk Cephesi’nin önemli kişilerinden İtibar Mehmedov. Şimdi cepheden ayrılıp yeni bir parti kurdu ama görüşleri Halk Cephesi’nin doğrultusunda.
LATİN HARFLERİ UYGULANIYOR
Azerbaycan Halk Cephesinde her tarafta Latince yazılmış Türk atasözlerine rastlamak mümkün. Cephenin savunma bölümündeki görevlilerin arkasında Azerbaycan bayrağı ve ünlü bir Türk şiiri duvarda asılı.
KADINLAR HALK CEPHESİNDE
Azerbaycan Halk Cephesi’nin kadınlar kolu son derece faal çalışıyor. Çoğu üniversitede profesör olan ve birçok önemli görevleri olan bu kadınlar, işten vakit ayırıp Halk Cephesi’nde görev yapıyorlar. Kadınlar kolu Latin alfabesine geçmeyi savunuyorlar. Atatürk’ün ilkelerini kuvvetle benimsiyorlar.
**********
Muammer ELVEREN-Özel Arşiv