ECEVİT’LE AVRUPA, SOL, LAİKLİK-DİN VE SÜNNİLİK-ALEVİLİK ÜZERİNE

ecevit1

Bülent ECEVİT,

1974–2002 yılları arasında dört kez Başbakanlık yapmış olan Ecevit, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, Devlet Bakanı, Başbakan yardımcısı aynı zamanda gazeteci, şair, yazar ve düşünce ile uygulamalarıyla 20. yüzyıl Türk siyasal yaşamının en önemli isimlerden biri oldu.  Karaoğlan ve Kıbrıs Fatihi olarak anılan Bülent Ecevit 28 Mayıs 1925 te doğdu, 5 Kasım 2006 da yaşamını yitirdi.

1972–1980 yılları arasında Cumhuriyet Halk Partisi genel başkanlığında, 1987–2004 yılları arasında ise Demokratik Sol Parti genel başkanlığında bulundu. 1961–1965 yılları arasında İsmet İnönü tarafından kurulan hükûmetlerde çalışma bakanı olarak yer aldı.  Ecevit, 20 Temmuz 1974 tarihinde ilk Kıbrıs Harekâtı‘nı, 14 Ağustos 1974 tarihinde ise “Ayşe tatile çıksın.” parolasıyla ikinci harekâtı başlattı. 1999 yılında PKK lideri Abdullah Öcalan’ın Kenya‘da yakalanarak Türkiye’ye getirilmesini sağladı. Anne tarafından dedesi olan Medine Harem Şeyhi Hacı Emin Paşa’dan kendisine kalan Medine’deki yüklü mirası 2005 yılında Türk hacılarının yararlanması koşuluyla devlete, Diyanet İşleri Başkanlığına bağışladı.

 

AB Zirveleri ile uluslararası toplantılarda takip etmenin dışında Ecevit’le üç kez gazetemiz Hürriyet için biri Paris Büyükelçiliğinde diğer ikisi Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisindeki dev Atatürk portesinin asılı olduğu odasında uzun uzun sohbet etme ve röportaj yapma imkânı buldum.

Gazetede birinci sayfalardan geniş şekilde yer alan bu röportajlarda Bülent Ecevit ‘Sosyalistler, Sosyal Demokratlar, Milliyetçilik, İnsan hakları, etnik sorunlar, Batı ülkelerinin Türkiye’ye bakışı ile politik dayatmaları, Laiklik ve İslam, Alevilik- Sünnilik- Şiilik ve bu çerçevede Yavuz Sultan Selim ile Şah İsmail’le ilgili görüşlerini açıklamıştı.

Ecevit’i  rahmetle anarken noktası virgülüne dokunmadan röportajların bu konulardaki bölümlerinde söyledikleri;

SOSYAL DEMOKRATLAR VE SOLCU KESİM

Türkiye’de kendilerini Sosyal Demokrat olarak tanımlayanlar aslında Sosyal Demokrasinin hiçbir gereğini yerine getirmediler. Bizim dışımızda Türkiye’deki bazı solcu kesimler Türk ulusunun çıkarlarıyla ilgilenmeyi sanki solculuğa ya da çağdaşlığa ters düşen bir davranış gibi göstermeye kalkıştılar. Oysa batı Avrupa ülkelerinde muhafazakârlar ne kadar milliyetçi ise Sosyalistler veya Sosyal Demokratlarda o kadar milliyetçidir. Belki söylemleri biraz farklıdır ama uygulamada hepsi öncelikle kendi ulusunun çıkarını gözetir, zaten kendi ulusunu sevmeyen insanlığı da insanı da sevemez. Çağımızda insan hakları artık ulusların iç sorunları olmaktan çıkmış insanlığın sorunu haline gelmiştir,

 

ecevit2

BATI’NIN POLİTİK DAYATMALARI

Avrupa’da insan haklarına gösterilen ilgi zaman içinde Türkiye’nin içişlerine karışmaya dönüşmeye hatta Türkiye’yi bölmek isteyenlerin desteklenmesine dönüşmeye başladı. Bu kabul edilebilir bir durum değildir. Dünyada pek çok ülkede şu veya bu ölçüde etnik sorun vardır ama hiçbir yabancı ülke bir diğerine sen bu sorunu şöyle çözeceksin diye politika dayatmaya kalkışmaz ve bu kabul edilemez bir saygısızlıktır. İnsan hakları ihlallerini haklı haksız eleştirebilirler ama Türkiye’ye politika dikte etmeye kalkışamazlar ve Türkiye’yi bölmek isteyenleri hele bu amaçla tedhişe yönelenleri teşvik etmeye başladıkları zaman bu açık bir düşmanlığa dönüşmüş olur.

Türkiye’de demokrasi yok, insan hakları yok filan diyorlar. Bizim demokrasimizin bir takım eksiklikleri var, insan hakları bakımından eksikliklerimiz var ama içişlerimize karışmaya kalkışan batılı çevrelerin ilgilendikleri insan hakları ve demokrasi eksiklikleri sadece Türkiye’nin bölünmesi için propaganda yapmayı ve bu amaçla girişilen terör hareketlerini teşvik etmeyi serbest bırakın diyorlar, bu olunca Türkiye’de onlar için başka bir sorun kalmayacak.

LAİKLİK VE DİN

Laiklik ve Müslümanlığı birbirinin karşıtı gibi göstermek son derece yanlıştır. Laiklik bir kişisel inanç meselesi değildir, bir devlet yönetimi biçimidir, dinin politikacılar tarafından istismarını ve yozlaştırılmasını engellen, devlet ve din işlerini birbirinden ayıran bir sistemdir, hemen hemen bütün demokratik ülkeler resmen biz laikiz demeseler bile uygulamada laiktirler, yani din ve devlet işlerini birbirinden ayırmışlardır. Bir insan çok dindar olabilir, bağlı bulunduğu dinin bütün kurallarına uyabilir ama aynı zamanda laik devlet isteyebilir. Onun için gerek bazı dinci çevrelerin, gerek bazı laik çevrelerin sanki Müslümanlıkla Laiklik biri birinin karşıtıymış gibi göstermeleri son derece de yanlış, bir kere Türkiye’de Laiklik İslam’a ve İslam’ın yayılmasına daha doğrusu İslam konusunda halkın bilinçlenmesine engel olmak şöyle dursun yardımcı olmuştur.

ALEVİLİK-SÜNNİLİK

Türkiye’de itiraf etmek gerekir ki, Türkiye’nin her yerinde her kesiminde değil ama yer yer ve kesim kesim Alevi-Sünni karşıtlığı var. Oysa Türk kültüründe büyük hoşgörü vardır, bu millet bırakınız İslam içindeki mezhep ve tarikatları, başka dinlere bile en büyük hoşgörüyü göstermiştir ve Avrupa’da özgürleşmeye, demokratikleşmeye bu açıdan Türklerin çok büyük katkısı olmuştur. Buna rağmen kendi içimizde bir Sünnilik, Alevilik karşıtlığı çok anlamsız bir şeydir. Hepsi Müslüman, hepsi aynı kitaba inanıyor ama değişik yorumlar yapabiliyor. Alevilik Türkiye’de Laikliğin güvencelerinden biridir, çünkü Laiklik inanç özgürlüğünün güvencesidir. Sünnilik-Alevilik konusunda bir çatışma değil bir uzlaşma olmalıdır. Yalnız bu sorunu çözerken tarihimizde yeniden değerlendirmemiz gerekir.

ecevit3

YAVUZ SULTAN SELİM VE ŞAH İSMAİL

Bu Alevi-Sünni karşıtlığının Türkiye bağlamında başta gelen tarihsel nedenlerinden birine en güzel örnek bundan yüzyıllar önce Osmanlı Devleti ile Safevi Devleti arasındaki savaştır. Yavuz Sultan Selim’le Şah İsmail arasındaki savaş döneminde Şah İsmail’de Türk onun devleti de Türk devletidir. (Annesi Türkmen olan Şah İsmail’in 1501 yılında kurduğu Safevi Devleti 1736 yılına kadar varlığını sürdüren Azerbaycan, İran, Ermenistan, Irak, Afganistan, Türkmenistan ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde hüküm sürmüş Şii inanışa sahip Azerbaycan merkezli bir Türk Devletidir. Şah İsmail dönemi 1524 yılına kadar sürmüştür)

Yavuz Sultan Selim’de Türk ve onunda devleti Türk devletiydi ama biz Şah İsmail’i, ordusunu ve devletini düşman gibi görmüşüz oysa bunlar bir aile kavgasıdır. Hatta ben Yavuz Sultan Selim’in şiirlerini bir sözlüğe bakmadan kolay anlayamam ama Şah İsmail’in ”Hatayi mahlası” ile yazdığı Şiirleri, Yunus Emre’nin Şiirleri kadar kolaylıkla anlarım, çünkü o şiirlerinde daha çok Türkçe kullanıyordu. (Yavuz Sultan Selim şiirlerinde “Selimi” mahlasını, Şah İsmail ise “Hatayi” mahlasını (takma adını) kullanıyordu), hatta aralarında mektupla tartışırken Yavuz Sultan Selim Farsça Şah İsmail Türkçe mektup yazıyordu.

Evet… Bülent Ecevit’in görüşleri böyleydi. Arşivleri taradığımda bunları okurken bu kadar yıl sonra sanki hiçbir şey değişmemiş gibi aşağı yukarı aynı konuların tartışılmakta olduğunu görmek sizce de düşündürücü değil mi?

. . .

***************************

**************************

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir