MISIR’DA TAHRİR AYAKLANMALARI

 

 

Mısır’da Tahrir ayaklanmaları, 10 yıl olmuş…

Tıpkı Çavuşesku’nun Romanya’sı, Jivkov’un Bulgaristan’ı, Sovyetler Birliği döneminin Dağlık Karabağ’ı, Azerbaycan’ın bağımsızlık süreci, Saraybosna ve Kosova’da olduğu gibi, Tunus’tan sonra Mısır’ın da tarihinde görülmemiş müthiş olaylara, isyana, ayaklanmaya tanıklık etmek… Müthiş bir şey…

30 yıldır olağanüstü hal altında olan 80 milyon nüfuslu bu ülkede turistik yerler, piramitler ve tarihi eserlerin dışında neyin fotoğrafını çekseniz suç… Yabancı da olsanız Mısır vatandaşı da olsanız suç… Anında bir resmi veya sivil polis dibinizde biter ve bir fotoğraf makinesiyle üzerinde çarpı işareti olan tabelayı gösterir.   Çekmekte ısrar ederseniz karakolluk olmanız işten bile değil… Hele gazeteciyim, basın kartım var, Uluslararası Gazeteciler Birliği üyesiyim lafları bir kulaktan girer diğerinden çıkar. Akredite gazeteci olsanız bile kurallar aynı… Yasak…Tunus’a olduğu gibi dönemin Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Enis Berberoğlu’nun ‘Yarın Kahire’ye gidiver’ demesiyle ertesi sabah erkenden vize almadan kendimi Mısır Havayolları uçağında buldum. Kahire Havalimanında giriş işini özel yöntemlerle hallettikten sonra otele bile gitmeden, bir gün önce dev protesto gösterisinin yapıldığı Kahire’nin ünlü ‘Tahrir’ meydanına doğru yola koyuldum. Taksi şoförünün “Oraya yaklaşmamız mümkün değil” uyarılarına rağmen aracı park ettirip şoförü de yanıma alarak meydana doğru ilerledim.

Ancak Tahrir Meydanı yüzlerce zırhlı polis aracı, çevik kuvvet birimleri ve sivil polislerce abluka altına alınmıştı. Fakat Perşembe günü Cuma’ya gebeydi ve “Müslüman Kardeşler” örgütü radyo ve televizyonlarda ülkedeki tüm camilerde kılınacak Cuma namazı ve hutbeden sonra dev gösteriler yapma çağrısında bulunarak o günü Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’e ‘Azap Cuması’na çevireceklerini açıklamışlardı

ÖNCE EL EZHER CAMİSİ

Cuma sabahı erkenden kalkıp Kahire’nin ünlü El Ezher camisinin yolunu tuttum. Amacım orada bir kaç kişiden görüş almak ve fotoğraf çektirmekti. Ancak El Ezher camisinin etrafı polis kordonu ile sarılmıştı. Sivil ve resmi polisler herhangi bir eylem veya gösteriye karşı ‘Cuma namazı kılmaya geldim’ diyen gençleri camiye sokmuyordu. Gazeteciler ise kesinlikle içeri alınmadığı gibi caminin çevresinde fotoğraf çekmeleri de engelleniyordu.

Güvenlik açısından korunan yerlerde kesinlikle fotoğraf çekmenin yasak olduğunu bildiğimden cebime küçük bir fotoğraf makinesi almıştım. Yaşlıların üstü didik didik arandıktan sonra Cuma namazı için El Ezher Camisine sokuluyordu.

Kapıya yaklaştığımda polis daha kimlik sormadan “Selamünaleyküm ben Türkiye’den geldim… Buyurun kimliğim, Cuma namazı kılmak için girebilir miyim?” diye sorunca, takım elbiseli yaka cebinde mendil olan beni şöyle bir süzdü. Amirine dönüp ‘Türk… Namaza gelmiş…’ deyince o da eliyle ‘girsin’ anlamında işaret ederek üstüm aranmadan içeri girdim.

Girerken herkes gibi ayakkabımı bir fiş karşılığında kapıdaki görevliye teslim ettikten sonra avluya yöneldiğimde hem olay çıkaracak kadar kalabalık olmadığını, hem de hareketlerinden yüzde yüz sivil polis oldukları belli olan birkaç kişinin sağda solda bekleştiğini görünce hemen çıkışa yöneldim.

Girenlerden 50 yaşlarında birinin üstü arandığı için yanındakilerle ‘Artık namazımıza da karışıyorlar’ diye bağırarak konuşunca hemen o sivillerden bir kaçı yaklaşarak susmasını istedi o arada ayakkabımı geri alarak olay çıkması büyük ihtimal dâhilinde olan Müslüman Kardeşler ’in buluşma yeri olan ‘Fetih Camii’ne gitmeye karar verdim. Kapıdaki polis ‘ Ne oldu namazı beklemediniz’ diye sorunca ‘İçerde olay çıkacak… Camide bile bağırıp çağırıyorlar. Başka camiye gideceğim’ diyerek oradan hızla uzaklaşıp bir taksiye atladım.

ALLAHU EKBER DİYEREK CAMİDEN FIRLADILAR

Fetih Camisi Kahire Metrosunun ‘Mubarak’ durağı çıkışındaki meydandaydı. Caminin etrafı Kalkanlı, gaz maskeli yüzlerce çevik kuvvet polisi tarafından kuşatılmıştı ancak El Ezher’deki gibi giriş çıkışlara karışan yoktu. Namaza doğru caminin içi ve avlusu büyük çoğunluğu gençlerden oluşan kişilerce tıklım tıklım doldu. İçeri girip beklemeye başladım.

Yine sivil polis oldukları her hallerinden beli olan 15–20 kişi avlunun çeşitli yerlerine dağılmıştı. Namaz başladığında zaten namaza da durmadılar. Namaz kılınıp hutbe okunduktan sonra imamın ‘Özgürlüklerimize sahip çıkalım’ diye bağırmasıyla… Cami içinden ve dışından “Allahu Ekber” sesleri yükseldi. Birden namaz kılanlar “Mübarek defol” sloganlarıyla caddeye çıkıp polisle karşı karşıya geldi. Sloganlar yeri göğü inletirken ben de yüksek bir yerden fotoğraf çekmeye çalışırken çatışma çıktı ve kalabalık aniden büyük bir dalga halinde polisin göz yaşartıcı bombaları, plastik mermileri ve copları altında bana doğru caminin girişine yöneldi. Kesif gazdan boğazım ve gözlerim feci şekilde yanmaya başladı.

Kaçışırken yan tarafıma bir genç kız ve iki kadının yere düştüğünü insanların onlara bakmadan kaçıştığı ve genç kızın başından kanlar aktığını iki kadının ise elleri ve yüzlerinin kanlı olduğunu gördüm. Yardım edebilir miyim diye aklımdan geçirirken büyük bir kalabalık beni iteleyince kendimi caminin avlusunda buldum. Bir grup caminin arkasına koşarken onları takip ettim biri onları bir kapıdan içeri alıyordu ben de girdim. Orası meğer abdest alınan yer ve tuvaletlerin olduğu bölümdü.

Ortalık kalabalıktan mahşer yerine dönmüştü içerisi çok pis kokuyordu. Polis o kadar göz yaşartıcı gaz sıkmıştı ki herkes gibi benim de gözlerim kan çanağına dönmüştü… Orada patlama sesleri kesilinceye kadar yarım saat geçmişti.  Yavaş yavaş dışarı çıkanları görünce bende çıkıp çatışmaların olduğu yönün aksine hızla ilerlemeğe başladım.

ATEŞ ÇEMBERİNDE KALINCA BERBERE SIĞINDIM

Beş yüz metre kadar gittikten sonra gördüğüm ilk taksiyi durdurdum ve hiçbir şey demeden kapıyı açıp oturdum. Şoför şaşırmış bana ‘Eve gidiyorum her tarafta çatışma var, çalışmayacağım ailem çocuklarım var’ derken yaklaşık 7-8 kilometre olan otelime gitmek için merkezden uzaklaşıp başka yoldan gitmeyi teklif ettim. İnatla reddedince normalde 3-5 Mısır poundu tutan yere 100 pound vereceğimi teklif edince kabul etti ancak hangi istikamete gittiysek polisler bizi başka yere yönlendiriyor ve bir türlü çatışma alanından dışarı çıkamıyorduk. En az 10 kez polis yollar kapalı diye başka yöne gönderdikten sonra kendimizi en büyük çatışmaların geçtiği Tahrir meydanının yakınındaki köprü ayağının altında bulduk. Büyük bir çevik kuvvet grubu ile halk birbirine girmişti ve bize doğru geliyordu. Yanımızdan yaralananları taşıyanlar, koşturarak geçiyor, yerde yatanlar, ağlayan kadınlar panik halinde koşuşturanlar geçiyordu. Şoför birden bir ara sokağa saptı boş bir yere aracı çekip indi ve “Al paranı istemiyorum. Buradan bir adım atmam” diyerek uzaklaşmak istedi. Polisten ve kaçanlardan bir kısmı bizim girdiğimiz sokağa giriyordu. Birden gözüme kepenkleri yarıya indirilmiş bir dükkân ilişti. Hemen eğilerek kepengin altından dükkâna dalınca iki sandalyeli bir mahalle berberi olduğunu gördüm. Bana “Kapalıyım” diyen dükkân sahibine, çatışmaların bu yöne yaklaştığını ve kepengi tamamen kapamasını söyledim. Adam eve gitmeye hazırlanırken içeri girdiğimi söyleyince, Türk olduğumu ve otele giderken olayların arasında kaldığımı bir süre bekledikten sonra ancak çıkılabileceğini kendisinin de çıkmasının son derece tehlikeli olduğunu söyledim.

ELÇİLİK POLİSİYLE GAZETEYE MESAJ

Dışarıda patlamalar, bağrışmalar, silah sesleri bir saatten fazla sürdü. Vakit geçiyordu ve sabah gazeteye “Ben Müslüman Kardeşler Camisine gidiyorum. Namaz sonrası konuşuruz” dediğim için benden haber beklediklerini biliyordum. Cep telefonları kesildiği için haber vermem de imkânsızdı.  Birden berberin telefonu gözüme ilişti. Manyetolu, kablolu eski telefonlar çalışıyordu. Berbere telefon etmek istediğimi söyleyince “Dış hattım yok ama Kahire’de tanıdığınız varsa edebilirsiniz” deyince hemen Kahire Büyükelçiliği’ni aradım. Güvenlik görevlisi çıktı. Basın Müşavirliğini bağlamak istedi ama meşgul olduğu için birkaç kez cevap alamayınca ona gazetenin telefonunu vererek  ‘Basın Müşavirine, çatışmaların ortasında kaldığımı ve bir berber dükkânında kepenkler kapalı bir halde beklediğimi çatışmalar durulunca da otele gidince arayacağımı’ gazeteye bildirmesini söyledim. Gerçekten de polis memuru bu notu Basın Müşavirine vermiş ve gazeteye ulaşmasını sağlamıştı. İki saat kadar sonra patlama sesleri uzaklaştı. Dükkân sahibine çıkabiliriz dedikten sonra ona da 100 Mısır poundu vererek teşekkür edip dışarı çıktım ve Tahrir Meydanı’na doğru hızla yürümeye başladım. Geçtiğim her köşe ve meydan yüzlerce polis ve güvenlik aracıyla doluydu. Çatışmalar Nil Nehri üzerindeki köprüde yoğunlaşmış ve gecenin geç vakitlerine kadar sürmüştü ama sokaklar tekin değildi. Yağmacılar kol gezip yol kesiyor, geçenleri döverek ya da bıçaklayarak paralarını alıyordu. O nedenle hep polislerin arasından yön sora sora patlama ve slogan sesleri gelen yerlerden uzak caddelerden muhtemelen 5-6 belki daha fazla kilometre yürüdükten sonra kan ter içinde otele ulaşmıştım.

Gazeteyi arayıp olayı ve notlarımı yazdırdım. Kaldığım otelin balkonundan çatışmaların geçtiği 1 kilometre kadar uzaklıktaki köprü gözüküyordu. Gecenin belli bir saatinde ordu devreye girerek tanklarla Kahire’ye girdi. Yağma ve talana karşı devlet binaları, bakanlıklar ve Meclis binası ile tüm büyük otellerin kapılarında dörder beşer kamyon asker nöbet tutmaya başladı. Ancak göstericiler yakıp yıkmaya devam ediyordu. Askere ve tanklara rağmen göstericiler Devlet Başkanı Mübarek’in Ulusal Demokratik Partisi binasını ve birçok polis aracı ve karakolu ateşe verdiler. Gösteriler sokağa çıkma yasağına karşı yer yer sabahlara kadar sürdü.

1 MİLYON KİŞİ RANDEVUSU

Mısır’da Müslüman Kardeşler’in camilerde organize ettiği “Gazap Cuma’sı” gösterilerinden sonra Hüsnü Mübarek’e karşı ayaklanan halk 1 Şubat 2011’i “ bir milyon kişiyle eylem günü” olarak Tahrir meydanını buluşma yeri olarak ilan etti. Sokağa çıkma yasağı saat 15.00’te başlayıp ertesi gün saat 11.00’e kadar sürdüğünden eve gidemeyen ve sabah uzaktan gelecek göstericiler için en güvenli yer yine askerin koruduğu Tahrir Meydanı oldu. Yüzlerce gösterici evine gitmeyerek sabahı meydandaki yeşillikler üzerinde yatarak geçirdi.  Sabah olduğunda ise ellerinde pankartlar 20 milyon nüfuslu Kahire’de toplanacak 1 milyon kişi ile 30 yıldır ülkeyi demir yumrukla yöneten Hüsnü Mübarek’e karşı protesto eylemleri başladı. Devlet Başkanı Mübarek protestolara aldırmayarak kanlı gösterilere rağmen yine kendi atadığı ve özellikle dincilere karşı operasyonlar yapmakla ünlenen istihbaratçı arkadaşı General Ömer Süleyman’ı Devlet başkanı yardımcılığına getirdi. Bu da yetmezmiş gibi bir başka yakın dostu Havacılıktan Sorumlu Bakan Ahmed Şefik’e hükümeti kurma görevi vermesi bardağı taşıran son damla oldu. Birde gece yarısı televizyona çıkıp “İstifa etmiyorum, Devlet Başkanı olarak değil, bir Mısır vatandaşı olarak sesleniyorum, hükumeti feshediyorum” açıklaması yapmasına tepki gösteren halk “Bizimle alay ediyor, biz gitmesi için gösteri yapıyoruz. O hükumeti değiştireceğim diyor. Zaten değiştirdim dediği de İçişleri ve Savunma Bakanı, kendi yardımcılığına da halka korku salan istihbaratçı arkadaşını getirdi” diyerek daha çok bilendi. Mısır halkına bütün dünyadan destek mesajları gelirken onlar bir milyon kişi, hatta daha fazla göstericiyle Kahire’den uzaklaşıp Şarm El Şeyh kentindeki malikânesinden hükumet kurup yardımcı seçen Mübarek’in sarayına yürüyorlardı.

Muammer ELVEREN

Paylaş:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir