Ekstra

İŞTE TARTIŞILAN HEYBELİADA RUHBAN OKULU

Ruhban Okulunun kültürel hazineleri, tarihi eser değerindeki ikona ve kitaplarıyla bilinmeyen yönleri.

Fotoğraflar Copyright

Yıllardır statüsü tartışma konusu olan ve 54 yıl önce kapatılan Heybeliada Ruhban Okulu 25 Eylül 2025 günü Trump-Erdoğan zirvesiyle yeniden gündeme geldi. Bu görüşmede Erdoğan ‘Heybeliada’daki Ruhban Okulu ile ilgili üzerimize düşen ne varsa yapmaya hazırız. Türkiye’ye dönünce Sayın Barthalemeos ile konuyu görüşeceğim’ dedi. Bunun üzerine okulun hangi statüde tekrar faaliyetlerine başlayabileceği tartışma konusu oldu. Bir kesim okulun açılması için herhangi bir yasal düzenlemeye gerek olmadığı ve siyasi iradenin vereceği kararın yeterli olacağı görüşündeyken karşı çıkanlar Ruhban Okulu’nun yeniden açılmasının Lozan Anlaşması’na aykırı olacağını ve böyle bir gelişmenin Lozan Antlaşması’nın ihlali anlamına geleceğini savunuyor. Bu görüşü savunanlar okulun küresel çapta Ortodoks din adamı yetiştireceğini ve bunun da Fener Rum Patrikhanesi’ne ‘Ekümenlik hakkı’ vereceğini ileri sürüyorlar. Akıbeti yıllarca tartışılan okul, özellikle 1990’lardan itibaren Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik çabaları sürecinde de sık sık gündeme geldi.

ABD Devlet Başkanları devreye girdi
Trump’tan öce 1999 yılında ABD Başkanı Bill Clinton’ın Türkiye’yi ziyareti sırasında Ruhban Okulu’nu ziyaret etmiş ve dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’den okulun açılmasına izin verilmesini istemiş ama bu isteği kabul edilmemişti. ABD Başkanı Barack Obama’nın 2012 yılındaki Nükleer Güvenlik Zirvesi’nde, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’la yaptığı görüşme sonrasında yaptığı ‘Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılacağı kararını duymaktan mutluyum’ açıklamasını yapmıştı.

Heybeliada Ruhban Okulu Büyükada’daki evimizin tam karşısındaki tepede
Büyükada’nın diğer adalara bakan ‘Aşıklar yolu’na yakın tepedeki evimizin tam karşısındaki tepede bulunan ‘Heybeliada Ruhban Okulu’ veya ‘Rum Ortodoks Ruhban Okulu’nun hikayesini birde bizden dinleyin. Aya Triada Tepe Manastırı Vakfı’na ait olan Ruhban Okulunun depreme karşı güçlendirmek amacıyla 2024 te başlatılan ve 2026’da biteceği açıklanan restorasyon çalışmaları nedeniyle şu anda sadece bir bölümü halka açık. 1844 yılında kurulan ve din adamı yetiştirmek için faaliyete geçen okul, 1923 yılına kadar ‘Yüksek Ortodoks Teoloji Okulu’ adını taşıyordu. Daha sonra adı kurulduğu adanın adıyla ‘Heybeliada Ruhban Okulu’ oldu. 1971 yılında Türkiye’deki tüm özel yüksekokulların devlet denetimine girmesi ile ilgili karar neticesinde, okulda teoloji eğitimi kaldırılınca Lise düzeyinde eğitim verilmeye başlandı. 1971-1972 eğitim döneminde ‘Heybeliada Özel Rum Lisesi’ adını taşıyan okul, sonraki yıl Patrikhane tarafından tamamen kapatıldı. Yaklaşık 40 yıl kapalı duran okulun yeniden eğitime açılıp açılmaması tartışmalarıyla zaman zaman Türkiye’de siyaset gündeminin ön sıralarına çıkmaya başladı.

 

Ruhban Okulunu Prof. Elpidophoros Lambriniadis gezdirdi
Heybeliada Ruhban Okulu’nu, 2019 da İstanbul Fener Rum Patrikhanesi’nde başkanlığını Patrik Bartholomeos’un yaptığı ‘Kutsal Meclis Sen Sinod’ Kurulu oybirliğiyle Amerika Başpiskoposu seçilen dönemin Bursa Metropoliti ve Ruhban Okulu Müdürü Prof. Elpidophoros Lambriniadis’in rehberliğinde gezdik. Gezimiz sırasında eşim Kader Elveren Atlas Tarih dergisi için yazıları hazırlarken bende Ruhban Okulu’nun tüm bölümlerinin fotoğraflarını Prof. Lambriniadis’in özel izniyle çekme imkânı buldum. Ruhban Okulu sınıflarından revirine, kilisesinden kütüphanesine kadar hemen öğretime yeniden başlayacak gibi hazır tutuluyordu. Lambriniadis’le sohbetimizde Bizans’tan Haçlı seferlerine, Katolik kilisesi ve Vatikan’la ayrı düşmelerine kadar uzadı. İşte Lambriniadis’in ağzından Heybeliada Ruhban Okulu

 

Ruhban okulunun bütün sınıflarındaAtatürk portresi var

 

Lambriniadis: Bu müessesenin Türkiye’de olması bir şanstır.
Heybeliada Ruhban Okulu, 1844 yılında Patrik IV. Germanos tarafından Sultan Abdülmecid’in izniyle açıldı. Bununla ilgili kilisenin sağ tarafında Yunanca yazılmış bir kitabe dikilmiştir. Manastırın kurucusu Patrik Fotyos (Photius) 9. yüzyılda Bizans İmparatorluğu’nun başbakanıyken makamını terk edip ruhani olmuş (858-867) Hıristiyanlık tarihini etkilemiş ve Ortodoksluğun temellerini atmıştı. Burası yüzyıllar boyu Manastır olma özelliğini taşımış ‘Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’ üçlüsüne adanmıştır. Biz Roma ve Eski Yunan kültürlerinin harmanlandığı, Bizans’la gelişen bir mirasın temsilcileriyiz. Böyle bir müessesenin Türkiye’de olması bir şanstır ve İstanbul için kültürel zenginliktir. IX Yüzyılda kurulan, Heybeliada Aya Triada (Kutsal Üçlem) Manastırı bünyesindeki Ruhban Okulu, siyasi yerinin yanı sıra çok değerli ve eski eserlere de ev sahipliği yapıyor. Kültürel mirasına sahip çıkan Manastır Bizans imparatorluğundan kalan 14. yüzyıl eserlerini barındırıyor. Örneğin Manastır’ın dünyada az sayıda örneği olan bir Prosesyon (çift taraflı) ikonası 2004 yılında New York Metropolitan Müzesi’nde başyapıt olarak sergilendi. 14. yüzyılda yapıldığı tahmin edilen ’Acıyı alan Meryem’ ikonası ise Sergi Kataloğuna kapak resmi olmuştu.

 

 

Meryem Ana ‘Kamariotissa’ Manastırı ‘Heybeliada Deniz Lisesi’ oldu
Heybeliada Ruhban Okulu dışında yine Heybeliada’da ikinci bir Manastırımız daha vardı, Meryem Ana ‘Kamariotissa’ Manastırı. Orası da Ticaret Okulu olarak kullanılıyordu. 1940’lı yıllarda bütün dünya savaşla uğraşırken, devlet bizi iki okuldan birini seçmeye zorladı. Biz de onu verdik şimdi orası Heybeliada Deniz Lisesi olarak kullanılıyor. Ne yazık ki o Manastırın içinde Kilise ve Patriklerin mezarları kaldı. Kilisenin, kutsal emanetlerini buraya taşıdık. Çok değerli İkonastasis’ini kabul salonumuzun bir bölümüne yerleştirdik. İçlerinde çok değerli 14. yüzyıl Pantokrator (İsa Mesih) ikonası var. Kariye Müzesi’ndekine çok benzer. Diğerleri de 15. ve 16. Yüzyıl aittir. Hepsi restore edildi. Biliyorsunuz Manastırda herkes çalışmak zorundadır. Ortaçağda özellikle keşişler çalışıp üretim yaparlar ve ürettiklerinin fazlasını satarlardı. Bununla da Manastır’ın bakımı yapılırdı. Bizim kendi değirmenimiz vardı. Bugün adanın Değirmen Burnu’na kadar olan araziler Manastır’a aitti. Orada kendi zeytinimizi yetiştiriyorduk. Sonra tapular elimizden alınınca şimdi bulunduğumuz Ümit Tepesi’nde kaldık. Bağlarımız bugün de var. Biraz koyun ve kümes hayvanlarımız da.

 

Not: Okulun 1894 depreminde büyük ölçüde hasar görmesi üzerine Kadıköy’deki Aya Triada, Şişli Rum Mezarlığındaki Ayios Petros ve Pavlos, Paris’teki Ayios Stefanos kiliselerini de yaptırmış olan Pavlos Skilitsis Stefanovik tarafından yenilendi. Okulun yeni binasını inşa eden mimar Periklis Fotiadis.
Okulunuzun resmen kapatılmadığı, sizin devletin denetimini istemediğiniz için kapattığınız söyleniyor bu doğru mu?
Evet, Lise kısmı hâlâ açık diye söyleniyor. Biz lise kısmını ne yapalım? Şehirde zaten yeterince Rum Liselerimiz var. Devlet, okulumuza bir Müdür yardımcısı atıyor. Halen görevdedir. Lise kısmının son öğrencileri 1985 yılında mezun oldular. Biz cumhuriyete ve Atatürk’e saygılıyız. Atatürk’ün gerek görüp kapatmadığı okul bugün kapalıdır. (Okulun bahçe ve içinde Atatürk köşesi sınıflarda, yemekhane ve revir ile yönetici odalarında Atatürk fotoğrafı bulunuyor)

 

Ruhban Okulu öğrencilerinin günlük programı nasıldı?
Öğrenciler günlük programlarına, Kilise’de sabah duasıyla başlıyor, sonra kahvaltı ve derse gidiyorlardı. Ayin esnasında öğrenciler cüppe giyiyorlar ama asla sınıflara cüppe ile girilmiyordu. Milli Eğitim Bakanlığı’nın uygun gördüğü kostümler giyiliyor, dışarıda bir kep takılıyordu. Ancak laiklik ilkesine aykırı olmayacak şekilde. Bunu eski öğrencilerin, okulda sergilenen fotoğraflarından da görebilirsiniz. Çünkü okuyan talebelerin hepsi papaz olacak diye bir kaide yok. Derslerden sonra bir saat istirahat ve akşam ayini oluyordu. Yatma vaktine kadar çalışma salonu ve kütüphanede ders çalışılırdı. Cumartesi günleri izin günleri olduğundan dışarı çıkıyor, pazar günleri ise ayine kalıyorlardı. Ayinde vaaz, ilahi söylemede görevler alıp, kilisenin ‘Naos’ denilen (Halkın giremediği, papazlara ait ibadet yeri) bölümünde çalışıyorlardı.

 

 

 

Manastırda ders veren hocalardan bahseder misiniz?
Kendimden başlayarak söyleyeyim. Rektör olarak doktora tezi yazmış olmanız gerekiyor ya da yurtdışında bir okuldan diplomalı olmalısınız. Başrahibin de rolü değişiyor. Yüksek lisans diploması olması gerekiyor. Ders verenlerin hepsi dine ve teolojisine hâkim hocalardı. Heybeliada Ruhban Okulu, 1844-1971 eğitim dönemi boyunca 1000’e yakın mezun verdi. Bu mezunlardan kimileri dini anlamda önemli pozisyonlara kadar yükselebildi. Örneğin aralarında doğum yeri Çanakkale’ye bağlı Gökçeada olan Bartholomeos’un da bulunduğu 12 okul mezunu, Fener Rum Patrikanesi bünyesinde patriklik makamında görev yaptı. Ayrıca iki İskenderiye Patriği, üç Antakya Patriği ve pek çok değerli Piskopos bu okulda yetişti.

 

 

Heybeliada Ruhban Okulu sizin için neden bu kadar önemli?
Başta Yunanistan olmak üzere diğer Ortodoks ülkelerinde de teoloji okulları var. Ama Heybeliada’daki karakter hiçbirinde yok. Dışarıdan gelen papazlar ders verirken zorlanıyor. Buradaki Manastır öğrencilerin devamlı içerde kaldıkları, bir keşiş gibi yaşadıkları ortamdı ve sadece bura-da vardı. Diğerleri ilahiyat fakültesi gibidir. İşte bunu kaybettik. Bunu Ortodoks dünyasına tekrar kazandırmak istiyoruz. Bütün dünyada okulumuzun özelliği buydu. Bizim patrikhanemizin mantalitesinde bütün öğrenciler bir din ortamında yaşamayı öğreniyorlardı. Buradan çıkan mezunlar, diğer yabancı dinlerin bilgisine sahip olarak, din ve kültürlere saygılı olmayı öğrenip, fanatiklikten uzak bir şekilde, açık görüşlü bir mezun olarak bütün dünyadaki cemaatlerimize gönderiliyordu. Hâlâ bizden ruhani yetiştirmemizi istiyorlar. Maalesef bunu yapamıyoruz şu anda. Biz de kendi kiliselerimiz için Yunanistan’dan, Bulgaristan’dan, Romanya’dan ve Sırbistan’dan papaz istiyoruz. Ama bunlar ne yazık ki Ekümenlik kültürüne sahip değil Konservatrist bir düşünceye sahipler ve bize ders verirken zorlanıyorlar. (Konservatrist: Muhafazakârlık olarak da tanımlanır. Statükoya, toplumdaki değişimlere ve değerlerin kaybolmasına karşı çıkan bir ideoloji).

 

 

Ekümenlik kültürü derken neyi kastediyorsunuz?
Biliyorsunuz dünya tarihinde, Hıristiyanlık ilk bin yılında bir bütün halindeydi. Bu süre içerisinde 7 tane Ekümenlik konseyi toplandı. Ekümenlik dünyadaki bütün Hıristiyanlığı kapsayan konsey demektir. Bu konseylerde Hıristiyanlıkla ilgili çeşitli kararlar alınıyordu ve İznik’te yapılan konseyde İstanbul Başpiskoposluğu, Ekümenlik patrikhanesi olarak kabul edildi. Bu karar Hıristiyanlık ayrılmadan önce alındı ve bütün Hıristiyanları bağlayan bir karardır. Zaten bugünkü mezhepler de bu karara karşı çıkmıyorlar.

Size göre Türk hükümetleri neden bunu kabul etmiyor?
Vatikan gibi olmak bizim öğretimize aykırı. Çünkü Ekümenliği yanlış anlıyorlar. Bunun siyasi bir boyutu yoktur. Temsil ettiğimiz insanların yaşadığı saha siyasi değil, dini bir sahadır. Her zaman bizim yeni bir ‘Vatikan’ olacağımızdan çekiniyorlar. Patrikhanenin böyle bir beklentisi yoktur. Zaten bizim için de Türkiye’nin Ekümenliği kabul etmesi gerekmiyor. Bu bizi pek etkilemez. Aslında bizi iyi tanısalar, Vatikan gibi olmanın bizim öğretimize aykırı olduğunu görecekler. Bizim Katoliklerle ayrılma sebebimiz Vatikan’dır.

 

 

Vatikan’la aranızdaki anlaşmazlıklar ne zaman başladı?
Çok eskilere dayanıyor. 8. yüzyılda başladı ve maalesef 11. yüzyılda ayrıldık. Roma İmparatorluğunun Başkenti Roma iken, oranın Başpiskoposu olan Papa çok önemliydi. Ancak İmparator Konstantin, Roma İmparatorluğunun Başkentini İstanbul’a taşıyınca, o zaman adı Konstantipolis olan İstanbul şehrinin Başpiskoposu önem kazanmaya başladı ve bunu eski başkent kaldıramadı. Hem siyasi hem de dini açıdan. Çok savaşlar oldu ve İmparatorluk ikiye bölündü.

İstanbul’u ve Bizans’ı 1204 yılında yakıp yıkan 4. Haçlı Seferi bunun sonucu bir hınç alma mıdır?
Elbette. İstanbul artık o kadar zengin ve büyük olmuştu ki, 4.Haçlı Seferine katılanlar bunun karşısında asıl niyetlerini unuttular. Amaçları İstanbul’dan geçerek Kudüs’e varmak ve Kutsal toprakları yeniden ele geçirmekti. O saldırı, İstanbul ‘un en kötü şekilde fethedilmesidir. Daha önce Persler, Araplar ve Selçuklular defalarca şehri kuşatmış ama bu kadar zarar vermemişlerdi. En kötüsü de, en önde kılıç sallayanların Din Adamı olmalarıydı. Bu, o zamana kadar Doğu’da görülmemiş bir şeydi. Din Adamları silah taşımazdı, kaldı ki başkasını öldürsün.

Peki, siz Ortodoksların temsilcileri olarak onları affettiniz mi?
Henüz teselli olduğumuzu sanmıyorum. Ama üzerinden geçen yüzyıllardan sonra, affetmek bir yana, artık ‘Diyalog’ kurma durumuna geldik. Yakın bir gelecekte Hıristiyanlarda mezhep ayrılıkları kalmayacak.

Diyalog demekle onlarla yakınlaştığınızı mı anlamalıyız?
Bakın geçen yüzyılda, Dünya 2 Büyük Savaş geçirdi ve yüz binlerce insan öldü. Bu gün artık Fransa ve Almanya barıştıktan sonra bunu Kiliselerde takip etti. Baktılar ki dini düşmanlıkla bir yere varılmıyor. Bu konuda ilk adımı atan, 1972 yılına kadar İstanbul Patriği olan Spiru Ariktokles Athenagoras’tır. Kendisi Amerika’dan gelmişti. İlk olarak 6.Pavlos ile Kudüs’te görüştüler. Ondan sonra diğer Kiliselerle Diyalog başladı. Protestanlarla ilişkilerimiz düzeldi. Katolik Dünyası, özellikle İstanbul Ortodokslarının samimiyetine inanıyor. Ön yargılar kalktı, Teolojik diyaloglar 25 yıldır sürüyor. Zaten biz neyi halledemiyoruz ki? Halklara baktığımızda bir şekilde uyuşmuşlar, aralarında problemlerini pratik bir şekilde çözmüşler. Evlilikte, doğumlarda, vaftiz edilmedeki farklılıklarda bir şekilde çözümler üretmişler. Kilise Temsilcileri de bunları göz önünde bulundurarak Teolojik ve Ritüel sorunlarını görüşüyorlar. Ben yakın bir zamanda, Mezhep Ayrılıklarının ortadan kalkacağına inanıyorum.

Katoliklerle Ortodoksların ayrı düştükleri prensipler nelerdi?

Ortodokslar olarak, Papa’nın Kilisenin Yönetiminde ki rolünü kabul etmiyoruz. Papa’nın kararı her şeyde geçerlidir ve itiraz edilemez. Bizde ise ‘Sen Sinod’ Kutsal Meclisi var. 12 Kişiden oluşur ve burada Patriğin rolü sadece bu meclise başkanlıktır ve oyu da tektir. Kararlar çoğunluk sistemine göre alınır. Diğer ayrı düştüğümüz konu da İsa Peygamberin direkt Tanrının oğlu olmadığıdır. Kutsal Ruh’un yönetiminde de anlaşamıyoruz. Bir de Papazların bekâr kalmaya zorlanmasını istemiyoruz. Bizde isteyen evlenebilir. Bazı kurallardan Katolik Kilisesi vazgeçmiyor ama bazı konuları hayat insanlara kabul ettirtiyor. Herkes barış ve beraberlik istiyor. Netice de İlahiyatçıların çözemediği sorunları Halk kendi arasında bir şekilde çözüyor. Ortodokslarda Bu ‘Üçlem’ resimlenemez Katolik Kiliselerinde Tanrı’yı yaşlı bir adam gibi, Kutsal Ruhu da bir beyaz güvercin olarak çizerler. Sadece Oğul olan İsa cisim aldığı için yeryüzünde çizilebilir. Biz Manastırımıza adını veren ‘Kutsal Üçlem Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’u ancak Meleklerle çizebiliriz. Çünkü Melekler Tanrının kendisinden yarattığı varlıklardır. Kilisemizin girişinde kapı üstünde ve ismini veren İkona olarak içerde İkonatasis de göreceksiniz.

Ortodoks ikonalarının nadide örnekleri buradadır.
Ruhban Okulu, kendi kilisesi ile birlikte, diğer el konulan Meryem Ana Kilisesi’nin de İkonastasis’ini elinde bulunduruyor. Bunlarda sergilenen ikonaların çoğu, en eskisi 14. yüzyıl, diğerleri ise 15. ve 16 yüzyıla ait Bizans zamanından kalma orijinalleridir. Ortodoks ikona resimleri, Katolik kilisesinin, okuma-yazma bilmeyen kitlelere Hıristiyanlığı anlatmak için kullandığı duvar resimlerinden çok farklıdır. Bu duvar resimleri zaman ve sanat akımlarıyla gelişse de, ikona betimlemeleri sıkı kurallar ve dini kitaplarda anlatılan özelliklerle sınırlandırılmıştır.

 

 

Aziz Fotyos’un gümüş ikonası buradadır
İbadet ikonaları, Ortodoks inancına sahip olmayanların kavrayamayacağı sembol ve anlamlarla doludur. Hiçbir tasvir, hatta renk tesadüfi değildir. Ruhban Okulu’nda bulunan İkonalar arasında, bahsettiğimiz genel özellikteki vasıflara uyan ikonalar olduğu gibi, kiliselerinin kurucusu Aziz Fotyos’u, aynı zamanda “Koruyucu Aziz” seçtiklerinden, 1903’te Moskova’da yapılmış gümüşten bir ikonası vardır. Bu tip gümüşle şekillendirilmiş ikonalarda yalnız insan vücudunun ten olarak görünen yerleri gümüşle kaplanmaz. Metropolitan Müzesi’ne sergilenmeye gönderilen “Acıyı Alan Meryem” ikonası az sayıda yapılmış çift yüzlü, nadide bir Prosesyon ikonasıdır. Dini bayramlarda resmigeçitlerde kullanılan ikonanın bir yüzünde çarmığa gerilmiş İsa’nın yüzündeki acıyı, Meryem’in yüzünde de görebiliriz.

 

 

Adaların ve balıkçıların koruyucusu ‘Aziz Nikola’ İkonası
Pantokrator İsa Mesih İkonası, Kariye Müzesi’ndekine çok benzer. Kutsal Mendil de görülen suretine uygun olarak yapılmıştır. Pantokrator ‘Kâinatın Hâkimi’ demektir. Bu sebeple sağ eliyle insanlığı takdis etmekte, sol elinde de bir İncil tutmaktadır. ‘Hodogetria Meryem’ İkonası (Yol gösteren Meryem). Meryem Kucağındaki çocuk İsa’yı tutmakta ve bir eli ile de bakanlara onu işaret edip yolundan gitmelerini anlatmak istemektedir. Komnini zamanından kalma 14. yüzyıl ikonasıdır. ‘Aziz Nikola İkonası’ adaların ve balıkçıların koruyucu azizi olduğundan her adada ve suyun kıyısındaki kiliselerde ikonası bulunur. Atkı ve İncil sembolleri arasındadır. ‘Aya Triada’ İkonası: ‘Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’, Kutsal Teslis’de denilen bu konudaki ikonalarda kilise kurallarına bağlanmıştır. Ortodoks ikonaları içinde bu konu özel bir yere sahiptir. İkonatasis’teki yeri de manastıra adını verdiğinden Meryem İkonasının solundadır.

 

Ruhban Okulu’nun Kütüphanesi çok değerli kitaplarla dolu
Bizans döneminde adı Halki olan Heybeliada’da üç manastır bulunuyordu. En büyüğü Ümit Tepesi üzerindeki Aya Triada Manastırı, IX. yüzyılda Aziz Fotyos tarafından kuruldu ve imparatorluğun sürgün yeri oldu. Aziz Fotyos da adaya İkonaklazma hareketine karşı çıktığı için iki defa sürgüne yollanmış ve 890 yılında manastırda öldüğünde buraya gömülmüştür. (Yunanca bir terim olan ikonoklazm, ‘tasvir kırıcılık’ anlamına gelmekle beraber kültürel değer taşıyan çeşitli maddi ögelerin siyasi ya da dinî sebeplerle bilinçli olarak imha edilmesini tanımlamaktadır. Bu düşünceye sahip olan insanlara İkonoklast, karşıtlarına ise İkonolatrai denmekteydi.)

 

Elyazması 300 kitap Fener Rum Patrikhanesinde
Fransız kaynaklarına göre, çok tanrılı Helenistik dine inanan Bizans Rum halkını ve yine bol Tanrılı Roma yönetiminin din anlayışını, Hıristiyan inanışına uyarlamak için Aziz Fotyos’un yazdığı kitaplar çok yardımcı olmuştur. 1063 yılında Bizans imparatoriçesi Katerina Komnini tarafından hediye edilen bir elyazması Incil’den de bahsediliyor.1550 yılında Piskopos III. Metrophanes tarafından tekrar restore edilen Manastıra, 300 elyazması kitabını bağışladığı belirtiliyor. 1677’de Manastıra gelip iki sene çalışmalar yapan, İngiliz Papaz John Covel’in tuttuğu günlüklerde, o günkü kitapların bir listesi de yapılmış. Ancak Covel giderken yanında bir kısım kitapları Oxford’daki Bodleian Kütüphanesi’ne taşımış olsa da, bugün yapılan sayımda, Manastırın elinde bunlardan 145 adet kaldığı belirtiliyor. Toplam 300 adet elyazması kitap, şimdi Fener Rum Patrikhanesinde muhafaza ediliyor.

 

Okulun kütüphanesinde 120.000’den fazla kitap bulunuyor
Manastırın kütüphanesinde, Fransızca olarak yeniden basılmış kitap kataloğunda, sayımın yapılmasında John Covel’in yaptığı envanter listesinde, elle kopyalanmış Euripide’in üç tiyatro oyunu, Rodoslu Apollonius’un Argonautları anlattığı Bizans kopyası, İsa’nın dört havarisinin ayrı ayrı yazdığı dört İncil’in birçok kopyası. Havarilerin nasıl resmedilmeleri gerektiğine dair Kanon denilen kaidelerin yazıldığı kitaplar ve çok sayıda manastırda keşişler tarafından tutulmuş, günlük yaşantı ve bayramları anlatan elyazması kitaplar ve onların gene elle çoğaltılmış kopyalarını görüyoruz. İlk manastır yaşamı XV. yüzyılda ‘Panaghia’ adı altında toplanmış 1494 yılında Keşiş Photios Calates adıyla yazılmış ‘Menee’ adlı notlarda, bir başka Keşiş Baphnotios Paphlagon Halki Adası’na gelişlerini ve Tanrıdan huzur bulmak için 10 sene kaldığını anlatıyor. 1482-1588 yılları arasında Sozopolis ve Drosas adlı kopyacıların çok sayıda dini kitabı çoğalttığını görüyoruz. Manastırlarda dini kitap ya da İncilleri kopyalamak o zamanda ibadetin bir parçasıydı. Okulun kütüphanesinde Yunancanın yanında Türkçe ve Arapçanın da dahil olduğu çeşitli dillerde 120.000’den fazla kitap bulunuyor. Manastır yönetimi yakın bir zamanda, arşivlenmesi tamamlanan 80 bin kitabın, daha geniş bir kitleye hitap edebilmesi için, internet ortamında okunabilir hale getirilmeye çalışıldığını belirtti.

Ruhban okulunun yemekhanesi, yatakhanesi, reviri ve Lavaboları devamlı temizleniyor

 

Ruhban Okulunun kapatılma süreci
1971 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından çıkarılan Özel Yüksek Okul öğrencilerinin öğrenimlerine devam edebilmeleri İçin açılacak ‘Resmî Yüksek Okullar Hakkında Kanun’la Ruhban okulunun dini eğitime devam edebilmesi için bir Türk Üniversitesi veya ilahiyat fakültesine bağlanması şartı getirildi. Bunun üzerine Anayasa Mahkemesi kapatma kararı alınca İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü’nün 12 Ağustos 1971 tarihli yazısıyla okulun yüksek kısmı, 9 Temmuz 1971’den geçerli olmak üzere kapatıldı. Fener Rum Patrikhanesi, okulun üniversiteye bağlanmasını istemediğini belirtince Kasım 1971’de Danıştay’a bu kararın iptali talebiyle dava açıldı. Danıştay’a açılan dava Patrikhane’nin tüzel kişiliği olmadığı, yargıya başvurma ve okul açma ehliyeti bulunmadığı gerekçesiyle reddedildi.

Önemli Not: Bize bu açıklamaları yapan Elpidophoros Lambriniadis Mayıs 2019 da ABD Başpiskoposluğu’na seçildi. Türk vatandaşı olan Lambriniadis, 24 Haziran 2019 da New York Manhattan’daki Holy Trinity Katedrali’nde düzenlenen görkemli bir törenle resmi olarak görevine başlamıştı. Bakırköy doğumlu askerliğini İskenderun’da yapmış olan Ortodoks din adamı Lambriniadis’i Mayıs 2019 da, İstanbul Fener Rum Patrikhanesi’nde 12 üyeden oluşan ve başkanlığını Patrik Bartholomeos’un yaptığı ‘Kutsal Meclis’ olarak Kabul edilen ‘Sen Sinod’ Kurulu oybirliğiyle Amerika Başpiskoposluğu’na seçmişti. Böylece tarihte ilk kez bir Türk vatandaşı, ABD Başpiskoposu olmuştu.

 

*Lütfen dikkat fotoğraflar Copyrigt*** olarak kullanılabilir

MuammerELVEREN

İstanbul Üniversitesi Yüksek Gazetecilik mezunu olan Muammer Elveren, 12 Şubat 1948 yılında Mardin’de doğdu. Evli ve bir kız babası olan Elveren, 1974’te Haldun Simavi‘nin kurduğu GÜNAYDIN GAZETESİ’ne girdi.

1977’de GÜNAYDIN GAZETESİ BRÜKSEL BÜROSU’nu kurmakla görevlendirildi ve BRÜKSEL BÜRO ŞEFİ oldu. 1989’da Brüksel temsilciliğinin yanında, Mihail Gorbaçov’un liderliğindeki Komünizm’in merkezi kabul edilen SOVYET SOSYALİST CUMHURİYETLER BİRLİĞİ-SSCB’nin başkenti MOSKOVA temsilciliği görevini de üstlendi.

1991 yılında HÜRRİYET GAZETESİ’ne girdikten sonra hem Brüksel hem Moskova görevini birlikte yürüttü. Bu dönemde başta AZERBAYCAN olmak üzere Sovyetler Birliği Cumhuriyetleri ile BULGARİSTAN ve ROMANYA’da Komünizmin çöküşüyle ilgili olayları yerinde izledi.

Elveren, 1991’de Azeri ve Ermeni çatışmalarının en yoğun olduğu dönemde tüm tehlikelere rağmen DAĞLIK KARABAĞ’a girip röportaj yapmayı başaran ilk gazeteci oldu. Bu başarısıyla YILIN GAZETECİSİ seçildi ve SEDAT SİMAVİ GAZETECİLİK ÖDÜLÜ’ne layık görüldü. Aynı yıl Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin SERİ RÖPORTAJ ÖDÜLÜ’nü de kazandı.

1992’de Fransa’ya atanarak HÜRRİYET GAZETESİ PARİS TEMSİLCİSİ oldu. 1998’de ise, Devlet Bakanı EYÜP AŞIK’ın Fransa’da tutuklanan yeraltı dünyasının tanınmış isimlerinden ALAATTİN ÇAKICI ile yaptığı konuşmayı içeren kaseti elde ederek gündeme damga vurdu. “ÇAKICI’YA KAÇ DİYEN ANAP’LI BAKAN” başlıklı bu haberle ikinci kez SEDAT SİMAVİ GAZETECİLİK ÖDÜLÜ’nü aldı. Aynı yıl İstanbul Üniversitesi tarafından da YILIN GAZETECİSİ ÖDÜLÜ’nü kazandı.

1999’da Nokta dergisinin düzenlediği DORUKTAKİLER 98 yarışmasında YILIN GAZETECİSİ unvanını aldı. Kasım 2023’te ise TÜRKİYE GAZETECİLER CEMİYETİ BURHAN FELEK BASIN HİZMET ÖDÜLÜ’ne layık görüldü.

Fransızca ve Arapça bilen Elveren, 1977’den itibaren uluslararası alanda çalıştı. AVRUPA BİRLİĞİ, NATO, AVRUPA KONSEYİ, AVRUPA PARLAMENTOSU, UNESCO ve OECD gibi kurumlarla ilgili yazılar kaleme aldı. Ayrıca SARAYBOSNA ve KOSOVA’da görev yaptı.

1995’te gazeteciliğin yanı sıra KANAL-D’de televizyon haberciliğine başladı ve bu görevini 2008 sonuna kadar sürdürdü. 2010 yılına kadar HÜRRİYET GAZETESİ PARİS TEMSİLCİLİĞİ görevini yürüttü.

ARAP BAHARI sürecinde TUNUS ve MISIR’da görev yaptı. Mısır’da HÜSNÜ MÜBAREK dönemini, TAHRİR DEVRİMİ’ni ve MUHAMMED MURSİ dönemini takip etti. MÜSLÜMAN KARDEŞLER’in RABİA MEYDANI ayaklanmalarını ve askeri darbe sürecindeki olayları izledi. Daha sonra, darbeyi gerçekleştiren ABDÜLFETTAH EL SİSİ’nin seçimlerinde KAHİRE’de bulundu. Ayrıca MİNYE kentine girerek röportaj yaptı.

UKRAYNA’da ayaklanmalar başlayınca KIRIM’a geçti. Rus ordusunun işgali sırasında SİMFEROPOL, BAHÇESARAY, YALTA ve özellikle yasaklı SİVASTOPOL’e girdi. Burada GOOGLE GÖZLÜĞÜ kullanarak Türk basınında ilk kez bir çatışma bölgesinde görüntü aldı.

Elveren, HÜRRİYET GAZETESİ’ndeki görevini 31 Aralık 2018’de emekliye ayrılarak noktaladı. Halen muammerelveren.com adresinde yazılarını yayımlamaktadır.

Elveren, FİJ, AGJPB, AJPE, APE, APP ve TGC üyesidir. Ayrıca FİJ KARTI, BELÇİKA BASIN KARTI, FRANSA BASIN KARTI ve SÜREKLİ SARI BASIN KARTI sahibidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir